Yahudilik

Nablus'un gizemli halkı Samiriler

Hazreti Davud ve Hazreti Süleyman’ın peygamberliğine inanmayan Samiriler, Hazreti İbrahim’inkurban etmek istediği oğlunun Hazreti İshak olduğuna inanıyorlar.

Nablusun gizemli halkı Samiriler

Samiriler; Yahudilerle benzer inanç ve ibadetlere sahip ancak ayrı grup olarak varlığını sürdüren dinî-etnik topluluktur.

Farklı inançları, gizemli geçmişleri ve kendilerine has bilimleriyle Filistin Yahudileri ya da diğer adlarıyla Samiriler, Kudüs’ten yaklaşık 80 kilometre uzakta, Batı Şeria’nın kuzeyinde, “Küçük Şam” (Dimeşk es-Suğra) olarak adlandırılan tarihi Nablus kentinde yaşıyorlar.

Kudüs yönünden Nablus’a doğru giderken solda yükselen “Kutsal Gerizim Dağı’nın” sakinleri olan Samiriler'in, İsrail’in başkenti Tel Aviv yakınlarındaki Holon bölgesinde yaşayan akrabalarıyla birlikte sayıları 800’ü buluyor.

Dünyanın en küçük dini cemaati sayılan, gizemli yapılarıyla, yaklaşık 3 bin yıllık tarihleriyle Filistin Yahudileri olan Samiriler, bölgedeki tüm siyasi çekişmelerden uzak durarak, varlıklarını sürdürmeye çalışıyor. Samiriler, Gerizim Dağı’na yönelerek dini ayinler düzenliyorlar.

Samiriler, İsrail’in kendilerine vatandaşlık vermesine rağmen, işgal altındaki Filistin topraklarında yaşamayı tercih ediyor, Filistin toplumuna entegre yapılarıyla, konuştukları Arapça dilleriyle dini-kültürel varlıklarının Filistin’in ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor.

İsrail Yahudilerinden farklı olan, İsrailoğulları’nın babası Hazreti Yakub’un 12 oğlundan (Esbat) Hazreti Yusuf’un çocukları olduklarını iddia eden bu gizemli Yahudi topluluk, Hazreti Musa’ya inen gerçek Tevrat’ın kendilerinde olduğuna inanıyor, diğer Yahudilerin “vahyi” tahrif ettiklerini öne sürüyor.

Samiriler, Hazreti Musa’nın vefatından sonra Hazreti Yuşa Bin Nun’un komutasındaki İsrailoğulları’nın 3 bin yıl önce Filistin topraklarını fethettiğinden bu yana Nablus’ta yaşıyor, Beyt’ul Makdis’in Kudüs’te değil, “Küçük Şam’daki” Gerizim Dağı’nın üstünde olduğuna inanıyor.

Müslümanların ve Yahudilerin aksine Hazreti Davud ve Hazreti Süleyman’ın peygamberliğine inanmayan, onları eleştirerek siyasi kişilikler olarak kabul eden Samiriler, yine Hazreti İbrahim’in Allah’a kurban etmek istediği oğlunun Hazreti İsmail olduğunu kabul eden çoğu İslam aliminin aksine kurban edilmek istenenin Hazreti İshak olduğunu iddia ediyor.

Samiriler’de Allah’ın varlığı ve birliği ilkesi (Tevhid) tıpkı İslam inancında olduğu gibi inancın temelini oluşturuyor. Hazreti Musa’yı peygamberlerin en büyüğü olarak kabul eden Samiriler, Hazreti Muhammed’in peygamberliğini tasdik etmekle beraber inanç konusunda kendilerini bağlamadığını belirtiyor.

Kur’an-ı Kerim’de geçen "Samiri" şahsıyla bir alakalarının olmadığını her münasebette vurgulayan Samiriler, isimlerinin etimolojik kökeninin Tevrat’a bağlılıklarını ifade eden ve onu koruduklarını belirten İbranicedeki "Şomer" kelimesinin bir türevi olduğunu ifade ediyor.

İsrail’in bu gizemli topluluğa yaklaşımı da farklı. Azınlığın Filistin halkı ile iç içe girmesine sıcak bakmayan yönetim, yaşadıkları mahallenin giriş çıkışlarını kontrol altında tutuyor. Mahalleye girişler sabah 7 ile akşam 7 arasında sınırlandırılmış ve Filistinliler kendi toprakları içerisinde yer alan bu mahalleye yalnız özel izinle girebiliyor.

Batı Şeria’nın kuzeyindeki Nablus kentine, Filistin Yahudilerinin yaşadığı Gerizim Dağı’nın zirvesindeki mahallede yaşayan Samilere göre inançları arasına şunlar yer alıyorçç

Hazreti Muhammed’in peygamberliğini tasdik ediyorlar

İbadetleri ve namazları tıpkı Müslümanların namazları gibi, abdest, rüku ve secde içeriyor.

"Tevrat'ta Hazreti Muhammed’in geleceğine işaret edildiğine inanıyorlar ve  Hazreti Muhammed’in peygamberliğini tasdik ediyorlar ancak kendilerine Hazreti Muhammed’e biat etme yükümlülüğünün farz kılınmadığına da inanıyorlar."

Samirilere göre; "Gerizim dağı mukaddestir. Hazreti İbrahim, oğlu İshak’ı (İslamiyete göre İsmail peygamber) Gerizim dağı üzerinde Allah’a adamak istemiştir. Tevrat, 3 bin 560 yıl önce vahyolundu. Samirilerde 3 bin 560 yıllık Tevrat mevcuttur. "

"Samiler, Osmanlı Devleti'nin haçlıların aksine Samiriler’i koruyup kolladığına inanıyor.Onların torunları olan Türkiye halkına da dua ediyor...."

"Samiriler, İsrailoğulları sülalesinin gerçek uzantılarıdır. İsrailoğulları Mısır’dan çıktıktan ve Sina’da 40 yıl çölde kaldıktan sonra Filistin’in bugünkü Eriha kenti çevresine geldiler. İsrailoğulları oradan da 3 bin 555 yıl önce Şekem’e (Nablus) varıp mukaddes topraklara girdiler. Nablus’un diğer adı olan Şekem, kutsal Gerizim dağının yanında olduğu için, Gerizim’e nispeten omuz anlamına gelen bu isimle isimlendirilmiştir.”

Kral Süleyman’ın Kudüs’te mabedi inşa etmesinin sebebi tamamen siyasiydi.

Samiriler’in diğer Yahudilerin aksine Kudüs yerine Nablus’u kutsal kabul etmelerinin bir başka sebebi, Kral Süleyman’ın (Hazreti Süleyman) Kudüs’te mabedi inşa etmesinin sebebi tamamen siyasiydi. "Süleyman’ın yandaşları Tevrat’ta mabedin konumuna ilişkin geçen pasajları tahrif ettiler. Halbuki bizim Tevrat’ımızda söz konusu mabedin konumuna ilişkin seçilen yer Gerizim dağının zirvesidir. Rıdvan yılları olarak niteleyebileceğimiz sorunsuz yıllar boyunca yani 260 yıl boyunca mabet Gerizim dağının üzerinde mamur kaldı."

Samiriler’in sabah ve akşam ibadet seansları vardır, namaz kılarlar. Cumartesi günleri ise bu iki vakte öğlen namazı da eklerler. 7 saat ibadet ederler. Samiriler ibadetlerinden önce abdest alırlar. Elleri, yüzü, kolları, kulakları ve ayakları yıkarlar. Ayrıca ibadetlerinde rükû ve secde vardır. Ritüelleri Müslümanlara benziyor. Müslümanlar da tıpkı bizim gibi Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyorlar"

Samirilerin, Roş Aşana (İbrani Yılbaşı), Pesah, Hamursuz Bayramı, Haftalar (Şavuot), Yom Kippur (Kefaret Günü), Sukot (Çardaklar), Tevrat’ın nüzulü bayramlarının dışındaki Purim, Hanuka gibi siyasi saydıkları bayramları yok.

Gelenek ve görenekleri Filistinlilerin gelenek göreneklerine benziyor.

İslan Ansiklopedisi Samiler hakkında şu bilgilere yer vermektedir:

Arapça’da Sâmire veya Sâmiriyyûn şeklinde isimlendirilen Sâmirîler’in gerek adı gerekse kökeni hususunda biri yahudi, diğeri Sâmirî kaynaklarına dayanan iki farklı görüş mevcuttur.

Yahudiler bu grubu, Filistin topraklarının kuzeyindeki Sâmiriye şehri ve çevresi için kullanılan İbrânîce Şomron kelimesine nisbetle Şomronim diye adlandırır. Şomronim ismi Eski Ahid’de dinî ve etnik açıdan karışık bir topluluğu ifade etmek üzere bir yerde geçer (II. Krallar, 17/29). Şamerim (Şomerim) ismini benimseyen Sâmirîler ise kendilerini olumsuz çağrışımı olan Şomronim ile ilişkilendirmeyip İsrâil (Yûsuf ve Levi) soyundan gelen ve kohenliği devam ettiren bir topluluk diye kabul eder. İbrânîce’de şamerim “gözetenler, koruyucular” mânasına gelir. “Tanrı ile yapılan ahdin ve hakikatin muhafızları” anlamında kullanılan kelime bu anlamıyla diğer İsrâiloğulları’nın ahdi korumadaki gevşekliği imasını da içerir.

Sâmirî kaynaklarına göre İsrâiloğulları, Ken‘ân topraklarına yerleştikten sonra üç yüzyıl boyunca kuzeydeki Şekem bölgesinde (bugünkü Nablus’un doğusu) bir yer olan Gerzîm dağını kutsal mekân kabul etmiş ve takdimelerini burada sunmuştur. Fakat başkohen Uzzi döneminde yaşayan Eli isimli bir kohen İsrâiloğulları’ndan bir kısmını Şilo’ya göçmeye ikna etmiş ve burada yeni bir sunak kurmuştur. Bu anlayışa göre İsrâiloğulları’nın ana gövdesini Sâmirîler temsil etmekte olup Asurlular’ın kuzeydeki İsrâil Krallığı’nı ele geçirmesinin ardından buradaki varlıklarını devam ettirmişlerdir. Kohen Eli’ye uyup ayrılık çıkaranlar daha sonra yahudi diye isimlendirilen topluluğu oluşturmuştur.

Sâmirîler’in kökeniyle ilgili yahudi kaynaklarında yer alan görüş ise II. Krallar kitabındaki pasaja dayanır (17/24-41).

Buna göre Asur Kralı II. Sargon kuzeydeki İsrâil Krallığı’nı ele geçirince buradan sürdüğü İsrâil kabileleri yerine Bâbil, Kuta, Ava, Hamat ve Sefarvayim’den getirdiği grupları Sâmiriye diye bilinen bu bölgeye yerleştirdi. İsrâil Tanrısı’na tapınmadıkları için Tanrı bu karışık grup üzerine aslanlar göndererek bazılarını yok etti. Ardından Asur kralının isteğiyle sürgün edilen kohenlerden biri gelip bu topluluğa Tanrı’ya nasıl ibadet edeceklerini öğretti, böylece aslanların saldırısından kurtuldular. Fakat eski politeist inançlarını gizlice uygulamayı sürdürdüler. Yahudi telakkisinde Sâmirîler bu topluluğun devamı sayılmış ve sürgün sonrasında mâbedin tekrar inşasını engellemeye çalışan Ezra kitabındaki (bab 4) ayrılıkçı grupla özdeşleştirilmiştir. Rabbânî literatürde Sâmirîler, Bâbil tanrısı Nergal’e tapınma merkezi olan Kuta’ya nisbetle Kutim diye isimlendirilmiştir (Baba Kamma, 38b; Sanhedrin, 85b). Sâmirîler ile yahudiler arasındaki ayrılık ve hizipleşmenin ne zaman ortaya çıktığı bilinmemekte, arkeolojik kazılar, Gerzîm dağında milâttan önce IV. yüzyılda inşa edilen ve milâttan önce II. yüzyılda yıkılan bir Sâmirî mâbedinin varlığına işaret etmektedir.

İslâm kaynaklarından Makdisî, Şehristânî ve Kalkaşendî, Sâmirîler’i yahudilerin bir grubu olarak değerlendirir. Kalkaşendî Karâîler’in ve Rabbânî yahudilerin Sâmirîler’i yahudi saymadıklarını kaydeder. Makdisî, Sâmirîler’in yahudi şeriatının büyük bir kısmını ve Yeşû’dan sonra gelen peygamberleri Tevrat’ta yer almadıkları gerekçesiyle kabul etmediklerini belirtir (el-Bedʾ ve’t-târîḫ, IV, 34). Şehristânî, Sâmirîler’in temizlenmeye (tahâret) özel bir önem verdiğini, kıblelerinin Gerzîm dağı olduğunu söyler. Onun kaydettiğine göre Sâmirîler, Allah’ın Dâvûd’a Nablus dağında (Cebelinablus veya Tûr) bir mâbed (beytülmakdis) yapmasını emrettiğine, Dâvûd’un buna karşı çıkarak zalim olduğuna inanmaktadır. Sâmirîler diğer İsrâiloğulları’ndan ayrı olarak Allah’ın gösterdiği bu kıbleye yönelmektedir. Belâzürî ise Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın, müslümanlara yardımlarından dolayı Ürdün ve Filistin’deki Sâmirîler’le cizye ödemeyeceklerine dair bir antlaşma yaptığını kaydeder. Daha sonraki dönemde belirlenen cizyeyi ödemede zorluk çeken Nablus’taki Sâmirîler’e düşen cizye miktarını devrin halifesinin (246/860) 5 dinardan 3 dinara indirdiği nakledilmiştir

Aynı kutsal kitaba (Tevrat), aynı peygambere (Hz. Mûsâ) ve ortak tarihî geçmişe sahip olan Sâmirîler ile yahudiler arasındaki ihtilâfın kaynağı genellikle farklı kutsal mekânlar, yani Şekem ile Kudüs arasındaki tarihî rekabete atıfla açıklanmıştır. Öte yandan Sâmirî-yahudi ihtilâfını her iki grubun kullandığı takvimlerdeki farklılığa, dolayısıyla dinî bayramların farklı günlerde kutlanmasına dayandıranlar da vardır. Yahudiliğin inançtan çok pratiğe önem veren bir din olduğunu vurgulayan P. R. Weis, en önemli dinî pratik konumundaki bayramların hesaplanmasıyla ilgili farklı takvim uygulamalarının yahudi grupları arasındaki ihtilâfın ana sebebi olduğunu söyler

Sâmirî İnanç ve Ritüelleri.

Sâmirîler’in inanç sistemi şu prensipler üzerine kuruludur:

1. Tek tanrı: İsrâil Tanrısı (Şema = İsim);

2. Tek peygamber: Hz. Mûsâ (Mûsâ b. Amram);

3. Tek kutsal kitap: Sâmirî Tevratı;

4. Tek kutsal mekân: Gerzîm dağı. Kudüs yerine Gerzîm dağını kutsal mekân kabul eden Sâmirîler, Şekem’in Süleyman Mâbedi’nin bulunduğu Kudüs’ten çok daha eskiye giden dinî öneme sahip olduğunu iddia ederler (Purvis, II, 594). Hz. Mûsâ’dan çok önce Hz. İbrâhim (Tekvîn, 12/6-8) ve Hz. Ya‘kūb (Tekvîn, 33/18-20) Şekem’de sunak inşa etmiştir. Yeşû peygamber orada İsrâil ile Tanrı arasındaki ahdi yenilemiştir (Yeşû, 24/1). Rehoboam’ı kral ilân etmek için bütün İsrâiloğulları Şekem’de toplanmıştır (I. Krallar, 12/1). Sâmirî kaynaklarına göre burası aynı zamanda Hz. İbrâhim’in oğlu İshak’ı kurban etmek üzere götürdüğü yerdir.

Sâmirîler’le yahudiler arasında peygamberlik ve kutsal kitap konularında da farklılık mevcuttur.

Hz. Mûsâ’dan sonra peygamberlik silsilesinin devam ettiğini kabul eden yahudiler çeşitli peygamberlerin almış olduğu vahiyleri Kitâb-ı Mukaddes’e dahil ederler. Mûsâ’nın ardından peygamberliğin son bulduğuna inanan Sâmirîler ise ilâhî vahiy olmadığı gerekçesiyle Tevrat’ın dışındaki kitapların kutsallığını kabul etmezler. Dolayısıyla sadece kendi Tevrat nüshalarını kutsal sayıp Rabbânî ve Karâî geleneğine mensup yahudilerin benimsediği şekliyle Kitâb-ı Mukaddes’in üç bölümünden (Tora, Neviîm ve Ketuvim) son ikisini reddederler.

İbrânîce yazılmış Sâmirî Tevratı ile yahudilerin kullandığı ve Masoretik metin diye bilinen Tevrat arasında farklılık vardır.

Gesenius 1815’te yayımladığı De Pentateuchi Samaritani Origine adlı eserinde Sâmirî Tevratı ile Masoretik metin arasında 6000 noktada farklılık tesbit etmiştir (Macdonald, s. 264). Ayrıca Origen, Sâmirî Tevratı’nın Samareitikon isimli bir Yunanca tercümesinden bahsetmektedir. Günümüzde Sâmirî Tevratı’nın Ârâmîce tercümesi olan bir Targum mevcuttur. Bunun IV. yüzyılda Markah tarafından yapıldığı kabul edilmektedir. Sâmirî Tevratı’nın XIII. yüzyılda Ebû Saîd veya XIV. yüzyılda Ebü’l-Feth tarafından gerçekleştirilen bir Arapça tercümesi olduğu da bilinmektedir. Batılı ilim adamlarına Sâmirî Tevratı ilk defa 1616 yılında Pietro Della Valle aracılığıyla ulaşmıştır (EJd., XIII, 268). Sâmirîler ayrıca Taheb diye bilinen bir mesîhin geleceğine inanırlar. Yahudilerin Kudüs’teki mâbedinin milâttan sonra 70’te yıkılmasından sonra bir itikad prensibi olarak kabul edilen Taheb’in gelişi Sâmirîler tarafından Tesniye’de (18/15-18) yer alan, Hz. Mûsâ’nın ardından onun gibi bir peygamber geleceği şeklindeki müjdeye dayandırılır (Sassoni, s. 13).

Yahudiler ile Sâmirîler arasında öldükten sonra dirilme hususunda da ihtilâf bulunduğu bilinmektedir.

Rabbânî geleneğe ait bir risâle olan Masseket Kutim’in (Sâmirîler risâlesi) sonunda yer alan bir diyalogda Sâmirîler’in ne zaman yahudilerin arasına geri alınacağı şeklindeki bir soruya, “Onlar Gerzîm dağını reddedip Kudüs’ü ve ölülerin tekrar dirilişini kabul ettiklerinde bundan sonra bir Sâmirî’yi soyan bir İsrailli’yi soyan gibi olacaktır” şeklinde cevap verilmiştir .

Her ne kadar Sâmirîler, Gerzîm’i terkedip Kudüs’ü kutsal mekân kabul etmemiş olsalar da XI. yüzyılda başlayıp XIV. yüzyılda tamamlanan bir sürecin ardından ölülerin tekrar dirilişine inanmaya başlamışlardır, bu inanç günümüz Sâmirîler’inde de yaşamaktadır

Sâmirîler tarafından hazırlanan bir el kitabında Sâmirîler ile yahudiler arasında mevcut olan temel farklılıklar listelenmiştir.

Bu listede kutsal mekân, kutsal kitap ve takvimle ilgili farklılığın yanı sıra ibadet, dinî otorite ve neseple ilgili bazı farklara işaret edilmiştir.

Sâmirîler’e göre Tevrat’ın otoritesi hahamlara (rabbi) değil kohenlere aittir; Mesîh de Yahuda kabilesinden değil Yûsuf veya Levi soyundan gelecektir; nesep de anne değil İbrânî ataları (İbrâhim, İshak, Ya‘kūb) tarafından uygulandığı üzere baba yoluyla sürmektedir. Ayrıca Sâmirîler Fısıh (Pesah) kurbanı uygulamasını devam ettirme, Tevrat’a dayanmayan Purim ve Hanuka bayramlarını kutlamama, Şabat süresince kandil yakmama ve cinsel ilişkiye girmeme, ibadet için herhangi bir cemaat sayısını şart koşmama gibi uygulamalarıyla yahudilerden ayrılır. Sâmirîler, Çıkış kitabında (bab 12) anlatıldığı gibi Gerzîm dağında Fısıh kuzusu kurban eder ve Tevrat’ta emredildiği gibi ateşte pişirip yerler. Yahudiler ise Kudüs’teki mâbedin milâttan sonra 70’te yıkılmasından sonra kurban ve takdime ibadetinin askıya alındığını kabul ederler.

Günümüzde Sâmirîler:

Tevrat merkezli bir din anlayışını benimseyen Sâmirîler, benzer inanç esaslarına ve dinî ritüellere sahip bulunmalarına rağmen en azından milâttan önce IV. yüzyıldan beri yahudilerden ayrı bir dinî gelenek olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Tarih boyunca Filistin’de Sâmirî cemaati hep olagelmiştir. Geçmişte Atina, İstanbul, Halep, Beyrut, Trablusgarp, Kahire ve Şam gibi bölgelerde varlık gösteren Sâmirîler bugün sadece Filistin topraklarında yaşamaktadır. IV-V. yüzyıllarda yaklaşık 1.200.000 kişilik bir cemaate sahip olan Sâmirîler’in sayısı 1917’de 146’ya kadar düşmüştür (Sassoni, s. 2). 2000’li yıllar itibariyle sayılarının 600 civarında olduğu tahmin edilen Sâmirîler, Nablus’taki Kiryat Luza’da ve Tel Aviv yakınındaki Holon’da ikamet etmektedir (bk. NABLUS). Konuşma dili olarak Sâmirî İbrânîcesi ve Arapçası’nı benimseyen bu grup ibadet dili olarak Sâmirî Ârâmîcesi’ni devam ettirmektedir. İsrail’deki Rabbânî otoriteler yahudilerle Sâmirîler arasındaki evliliği onaylamamakla birlikte, nesebin baba yoluyla devam ettiğini kabul eden Sâmirîler, kadın nüfusun azlığı sebebiyle Sâmirî bir erkekle yahudi bir kadının evliliğini Sâmirî geleneğinin takip edilmesi şartıyla geçerli saymaktadır. Sâmirî cemaatinin liderliğini başkohenler yapmaktadır. 2004’te vefat eden başkohen Şalom b. Amram b. Yitzhak’ın yerine günümüzde başkohenlik görevini Elazar b. Tsedaka b. Yitzhak yürütmektedir. Literatür. Sâmirîler tarafından oluşturulup zamanımıza kadar gelen önemli bir literatür mevcuttur. Yahudilerden farklılıklarını tarihsel olarak ispat etmek için yazılmış tarih kitapları ile kendi dinî ve hukukî uygulamalarını konu edinen “halaha” kitapları Sâmirî literatürünün temelini teşkil eder. Tevrat’ın çeşitli bölümleri üzerine yapılan tefsirler, ibadet esnasında okunan dua kitapları ve Sâmirî İbrânîcesi’ne yönelik gramer çalışmaları da bu kapsamda değerlendirilebilir. Tarih kitapları genellikle Sâmirîler’in kullandığı şekliyle İbrânîce, Ârâmîce ve Arapça kaleme alınmıştır. Günümüze ulaşan tefsirler ve dinî-hukukî kitaplar ise daha çok Sâmirîler’in Arapça’yı benimsediği döneme ait olduğu için Arapça yazılmıştır.

Sâmirîler tarafından çeşitli alanlarda meydana getirilmiş kitaplardan bazılarını şöylece sıralamak mümkündür:

A) Dua kitabı.

İbadet esnasında okunan dua ve ilâhilerin derlendiği Defter isimli bir Sâmirî dua kitabı bugüne kadar gelmiştir. Defter’in IV. yüzyılda derlendiği ve daha sonra çeşitli vesilelerle genişletildiği kabul edilmektedir.

B) Tarih kitapları.

1. Esâṭîr. Ârâmîce yazılmış olan kitap X veya XI. yüzyılda derlenmiştir.

2. ha-Tolidah. İbrânîce olan bu kitap genel olarak Hz. Âdem’den itibaren nesep bilgileri içermekte ve Sâmirî başkohenlerinin bir listesinin yanı sıra önemli Sâmirî ailelerinin nesebini vermektedir.

3. Sefer Yûşaʿ b. Nûn. XIII. yüzyılda Arapça kaleme alındığı kabul edilen kitap, Yeşû’nun Hz. Mûsâ tarafından görevlendirilmesinden itibaren Sâmirî tarihini içermektedir.

4. Kitâbü’t-Târîḫ. Ebü’l-Feth tarafından 1355’te yazılmıştır.

C) Halaha kitapları.

1. Kitâbü’l-Kâfî. Yûsuf el-Askerî tarafından 1042’de telif edilmiştir.

2. Kitâbü’ṭ-Ṭabbâḫ. Ebü’l-Hasan es-Sûrî tarafından XI. yüzyılda yazılmıştır.

3. Kitâbü’l-Ḫilâf. Müneccâ b. Sadaka tarafından XII. yüzyılda kaleme alınmış olup Sâmirîler’le Rabbânî yahudiler ve Karâîler arasındaki farkları konu edinir.

4. Kitâbü’l-Ferâʾiż. Sâmirî hukuku üzerine Ebü’l-Ferec b. İshak tarafından XIII-XIV. yüzyıllarda yazılmış önemli bir kitaptır.

Yorumlar