Mitoloji

Efsaneden Sanata Mitolojik Canavar Minotaur

Minos Boğası olarak tanınan Minotaur’un hikayesi insanlarda binlerce yıldır heyecan uyandırmaya devam ediyor.

Efsaneden Sanata Mitolojik Canavar Minotaur

Girit Adası’ndaki Labirent’in derinliklerinde bir Minotaur; yani yarı insan yarı boğa olan bir canavar yaşıyordu. Üvey babası Girit Kralı Minos tarafından buraya hapsedilen bu yaratık Atina şehri tarafından sağlanan insan etiyle besleniyordu. Minos, Atinalıların her dokuz yılda bir 14 tane gencin gönderilmesini emretti. Bu korkunç ayin ise Atinalı kahraman Theseus’un Girit’e gelmesiyle son buldu. Theseus, Labirent’e girdi ve canavarı katletti. 

Minotaur’un hikayesi insanlarda binlerce yıldır heyecan uyandırmaya devam ediyor ve aynı zamanda çanak çömlek, şiirler, tiyatro, Picasso’nun eserleri, operalar, filmler ve video oyunları gibi birçok sayıda sanat eseri için ilham kaynağı oldu. Bu mit her ne kadar keyifli bir masal olarak bilinse de arkeologlar hikayenin muhteşem detaylarının Bronz Çağı’nda yaşanan gerçek olaylara dayanan derin kökleri olduğunu biliyorlar. 

Minos’un labirentindeki boğa başlı adam Girit kültürüne ve antik Miken uygarlığına ait birçok özellikte vücut buluyor. Boğalar ve labirent motifleri, MÖ 3.000 yılından MÖ 1.100 yılına kadar Akdeniz’i etkisi altına alan Minos kültürü boyunca görüldü. Girit’in sembolü olan boğayı yenen Atina’nın efsanevi kurucusu Theseus, MÖ 2. binyılın ortasında yükselmeye başlayan Ege uygarlıklarını yansıtıyor. Tıpkı Yunan anakarasının Girit egemenliğine son verip yerini alması gibi.

labirent miti

Klasik dönem yazarları Minotaur’un hikayesini tekrar tekrar anlattılar. Söylenenler değişiklik gösterebiliyordu fakat her biri ortak özellikler taşıyordu. Çeşitli formlardaki boğalar, bu hikayelerde önemli bir rol oynuyor. En bilinen versiyonunda ise tanrıların kralı Zeus Fenikeli bir prenses olan Europa’ya aşık olur. Kendisini asil bir beyaz boğaya dönüştürüp prensesi büyüler ve sırtında taşıyarak Girit adasına götürür. Prenses daha sonra Girit’in gelecekteki efsanevi kralı olan Minos’u doğurur.

Minos, denizler tanrısı Poseidon’dan hükümdarlığını meşrulaştırmak için tanrının onuru adına kurban etmek için bir boğa göndermesini ister. Poseidon da layıkıyla dalgalardan gelen görkemli bir beyaz boğa gönderir. Fakat Minos hayvanın güzelliğinden büyülenip canını bağışlar. 

Bu saygısızlığa öfkelenen deniz tanrısı Minos’un eşi Pasiphae’yi o boğanın arzusu ile gözünü döndürür. Pasiphae, Atina’lı mucit Daedalus’dan boğaya yaklaşmasını sağlayacak bir saklanma mekanizması tasarlamasını ister.  O da gerçek boyutlarda içi boş bir inek yaratır ve Pasiphae ise boğayla sevişmek için bu yapay ineğin içine girer. Bu cinsel birleşmenin sonucu olarak da Asterion adını verdiği boğa-insan melezi bir çocuk doğar. Minotaur olarak bilinen bu yaratık Kral Minos tarafından Daedalus’un tasarladığı çok karmaşık bir labirente hapsedilir.

Bu sırada Atina’da genç bir prens olan Theseus yetişkinliğe erişir. Birkaç yıl öncesinde Atinalılar Kral Minos’un oğullarından birini öldürmüşlerdi ve Girit kralı ise bunun bedelini korkunç bir şekilde ödetir. Her dokuz yılda bir Atinalılar, Minotor’a kurban edilmeleri için yedi bakire ve yedi genç erkekten oluşan 14 Atinalıyı göndermek zorundadır. Theseus ise kurban edilmek için gönüllü oldu ve Minotaur’u öldüreceğine dair yemin eder. 

Atinalılar Girit adasına vardıklarında, Kral Minos’un kızı Ariadne Theseus’a aşık olur. Adriadne, labirente girmeden önce ise geri dönüş yolunu bulabilsin diye Daedalus’un fikriyle Theseus’a bir top iplik verir ve labirentte yürüdükçe açılan ipliğin diğer ucunda dışarıda bekler. Theseus Minotaur’u bulduğunda savaşıp öldürmeyi başarır ve diğer genç Atinalıları serbest bırakır. Herkes ipi takip ederek güvenli alana ulaşır. En sonunda ise Theseus, Prenses Ariadne’yi de yanına alarak Atina’ya doğru yelken açar. Fakat prensesi Nakşa adasında terk eder ve gelecekte evlendiği kız kardeşi Phaedra ile Atina’ya doğru olan yolculuğuna devam eder. 

Kelimeler ve görseller

Bu hikaye yüzyıllar boyunca aktarılmaya devam etti ve yavaşça evrilip tekrar tekrar değişiklikler gösterdi. Minotaur efsanesi Yunan dünyasında antik dönemlerden beri varlığını sürdürdü fakat yazılı eserlerden ziyade erken dönem görsel sanat eserlerinde daha sıklıkla görülür.

Yaklaşık MÖ 8. yüzyılda yazılan Homeros’un İlyada destanında Theseus, Minos ve Ariadne adına bariz referanslar bulunmasına rağmen Minotaur’un adı geçmiyor. Midilli Adası’ndan Sappho’nun şiirinden bir parça, Minos’un Atinalılardan emrettiği insanın kan soyu hikayesinin MÖ 6. yüzyılın başlarından itibaren söylendiğini açığa çıkarıyor. MÖ 5. yüzyıl Yunan tarihçisi Herodotus, Minos’tan bahseder fakat canavar üvey evladından değil. Atina’nın kahramanı Theseus’un hikayeleri oldukça meşhurdu fakat yazarlar yeraltı dünyasına düşmesi veya Amazonlarla olan maceraları gibi Theseus’un diğer başarılarına odaklanmaya daha eğilimlilerdi. Minotaur, bu dönemdeki Theseus hikayelerinde büyük ölçüde yer almadı.

Minotaur’un çanak çömlek, demir işçiliği ve diğer dekoratif sanatlar aracılığıyla sık sık betimlendiği için zamanının görsel sanatçılarının en sevdiği konulardan birisi oldu. Yunanistan, Kiklad adalarından Tinos’daki yaklaşık MÖ 670- 660 yıllarına tarihlenen bir amfora, Minotaur ve Theseus’ın karşı karşıya geldiği anı tasvir eden en eski bilinen eser. 

Kiklad adalarından MÖ 7. yüzyılın ortalarına tarihlenen başka bir amfora ise bu popüler Minotaur görselini ters çevirip boğa vücudu ve insan kafası ile gösteriyor ve bu hikayede önem kazanan başka bir detayı tasvir ediyor: Theseus’a eşlik eden gençlerden biri elinde bir iplik yumağı tutuyor, yani Atinalı kahramanın canavarı öldürdükten sonra labirentten kaçmasını sağlayan objeyi. 

Euripides’in MÖ 5. yüzyıl oyunu Giritliler’de olduğu gibi Minotaur’a yapılan referanslar Yunan edebiyatında daha sonra tekrardan görülmeye başlamıştır. Bu oyunun büyük bir kısmı kayıp olsa da bazı parçaları günümüze ulaştı. Hikayede Minotaur’un doğumu üzerine yaşanan Pasiphae’nin deneyimleri ve Minos ile olan anlaşmazlığı anlatılır. 

Helen mit ve öykülerinin büyük çaplı derlemesi olan Bibliotheca ise Theseus ve Minotaur hikayelerini içeren başka bir önemli kaynaktı. Yüzyıllardır araştırmacılar bu çalışmayı MÖ 2. yüzyıla tarihlemişti fakat daha sonraki araştırmalar MS 1. veya 2. yüzyıla ait olduğunu öne sürüyor. Günümüzde akademisyenler tarafından Pseudo-Apollodorus olarak isimlendirilen fakat gerçekte kim olduğu bilinmeyen bir yazar tarafından oluşturulan bu derleme yaratılış mitleri, tanrıların yükselişi, ve ölümlü kahramanların hikayelerini içeriyor. Minos, Pasiphae, Daedalus, Theseus ve Minotaur’un tüm hikayesi büyük bir detayla bu eserde anlatılıyor

Girit (Minoan) Uygarlığı

MÖ 5. ve 4. yüzyıllar Yunanlıları için Theseus, Atina’nın ulusal bir kahramanı olarak anılır. Minotaur’un zihinlerdeki yeri ise Girit’in uzak geçmişini anlamayı gerektirir. Girit MÖ yaklaşık 3000 yıllarında Akdeniz’in ticaret gücü olmaya başlamıştı. MÖ 2. binyılın ortalarından itibaren ise Mısır, Suriye, Ege adaları ve Yunan anakarasını içeren geniş çaplı bir ticaret ağının merkezi haline geldi. 

Giritliler Akdeniz’in ticaret yolları boyunca yerleşimlerini kurdular ve kültürlerini de beraberinde getirdiler. Girit’in dili, sanatı ve tekstil ürünleri geniş çapta yayılmış ve kabul görmüştü. Yunan adaları üzerindeki Minos uygarlığı stilindeki yerleşim yerleri şehir planlamasının bile ihraç edildiğini açığa çıkarıyor. Atina’nın yaklaşık 120 km batısındaki Miken şehrinde ortaya çıkan Yunan kültürü, şimdi ise büyük bir hevesle hem Girit seramik stilini hem de Girit dilini özümsemişti. 

MÖ 6. yüzyıl François Vazosundan Theseus sayesinde serbest kalan gençlerin Atina’da karaya çıkma sahnesi (Archaeological Museum, Florence) C: Scala, Florence
MÖ 1450’den sonra Miken Yunanlıların doğu Akdeniz’de egemenlik kurmasıyla birlikte Girit gerilemeye başladı. Araştırmacılar tarafından Linear B olarak bilinen yazı dilleri, Minosluların dilinden uyarlandı ve şimdiki Yunancanın erken bir formu olduğu biliniyor.

Kral Minos’un mirası

1900’den 1903 yılına kadar İngiliz bir arkeolog olan Arthur Evans Miken Yunanlılarının, Girit tarafından yoğun bir şekilde etkilendiğine dair bir önseziyle adada kazı çalışmaları yaptı ve Knossos sit alanında bir kraliyet sarayı ve boğalarla bağlantılı olan birçok eşya buldu. Zeus’un oğlu ve Minotaur’un üvey babası büyük mitolojik Kral Minos’u onurlandırmak amacıyla keşfettiği antik Giritli kültürünü “Minoan” (Girit/Minos uygarlığı) olarak adlandırdı. 

Arthur Evans’ın 1900-1903 Knossos kazısından sonra restore ettiği boyalı duvar kabartması. C: Meinrad Riedo/AGE FOTOSTOCK
Minos ismi ise tamamen uydurma bir icat gibi görünmüyor. Knossos’ta bulunan tabletler çözüldüğünde, araştırmacılar “Minos” kelimesini bulduklarına sevindiler. Tarihçiler Minos’un tek bir kralın isminin olmadığı fakat genel olarak kendilerinden daha üstün konumdaki kraliçelerin eşi olan krallara verilen bir unvan olduğuna inanıyorlar.

Tarihçiler Minos uygarlığı gücünün ve kültürünün en yüksek noktasına yaklaşık MÖ Knossos’da dini ve idari amaçlarla kullanılan birçok muhteşem yapı, masrafları lüks ürün ticareti ile karşılanan fresklerle dekore edilmişti. Binalar boğalara olan saygıyı betimleyen canlı renklerle sahip eserleriyle kaplanmıştı. MÖ 1700 ila 1400 arasına tarihlenen freskler ve figürinler tauro-kathapsia denilen boğaların üstünden atlama ritüelini resmediyordu. Tahminen bu gelenek tanrılara adakların yapıldığı kutsal seremonilerde gerçekleşiyordu. Birçok dinde doğurganlığın sembolü olan boğalar ayin esnasında bir kraliyet sembolü olan labrys yani çift taraflı bir balta ile öldürüldü. 

Minotaur’un hapishanesi olan Labirent’in kökenleri aynı zamanda Minos uygarlığının maddi kültüründe derinden uzanıyor, fakat araştırmacılar ilk ortaya çıkışı hakkında farklı teorilere sahip. Girit herhangi bir labirente ait arkeolojik kalıntıların bulunmamış olması sarayın kendisiyle eş anlamlı olan bir terim olabileceğini öne sürüyor. Labirent denilmesinin sebebi ise büyük karmaşık yapıdaki odalarından geliyor olabilir. 

Diğer bir teori ise mitolojik bir Labirent’in tasarımının bir dans pistinden geliyor olabileceği yönünde. Homeros’un İlyada’sında Labirent’in tasarımcısı olan dahi Daedalus tarafından tasarlanan bir zeminden ve bu zemin üzerinde Girit aristokratı bir gencin dans ettiğinden bahsedilir. Belki de bu mozaik zamanla şeytani bir labirente dönüştü.

Mit ve gerçekler

MÖ 6. ve 5. yüzyıl Yunanlılarına göre Girit zamanında saygı, hayranlık ve korku duyulan kadim bir gücün hatırası olarak kabul edilebilir. Klasik dönemde birçok macera sonrası Atina’ya ihtişam kazandıran prens Theseus halkın yerel kahramanıydı ve şehrin bir simgesi olarak kabul gördü. 

Kurtarılan genç bir Atinalının, Theseus’a minnettarlığını gösterdiği Pompeii’den bir fresk (National Archaeological Museum, Naples) C: White Images/Scala, Florence
Aynı zamanda Atina’nın ana düşmanı ise Perslilerdi. Pers donanmasının MÖ 480 yılında Salamis’te yenilmesi ise Atina’ya askeri ve ticari anlamda güç kazandıran bir dönemin başlangıcı oldu. Çanak çömlek üzerindeki görülen Theseus ve Minotaur betimlemelerinde önemli ölçüde bir artış bu dönemde yaşandı.

Bazı araştırmacılar ise sanatçıların, Minotaur’u yabancı düşmanların bir sembolü olarak kullandıklarına inanıyorlar: Persliler o zamanın nasıl düşmanıysa, Girit de eski dünyada aynı konumdaydı. Theseus ise memleketini Girit’in egemenliğinden kurtarmak adına bu canavarı zapt ettiği için Atina’nın ihtişamını simgeler.

Kaynak:  National Geographic. 

Çeviri: Oğuzhan Parasayan - Arkeofili

Yorumlar