Dersini verdi de gidiyor paşam...

21 Kasım 2019 Perşembe
Dersini verdi de gidiyor paşam...
Dersini verdi de gidiyor paşam...

Garip bir süreç yaşadık. Bir yığın iftira arasında göreve gelen son Genelkurmay Başkanımız, "göreve gelmesinden endişe edenlerin" sempatisini, "göreve gelmesinden umutlu kesimlerin" antipatisini kazanarak gitme hazırlığı içinde... 

"Koşullanmış beyinler için" oldukça karmaşık bir yazı olacak bu. Doğrusu kısa yazacak kadar uzun zamanım da olmadığı için yeterince toplu diyemem. Ama sanıldığı kadar da dağınık değil. Sadece iyi odaklanmak gerekiyor.  

Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde bulunduğu şartlardan dolayı Genelkurmay Başkanlığı Makamı en az Başbakanlık  Makamı kadar riskli ve sinirlerine hakim olarak, adaletten ayrılmamanın zor olduğu bir mertebedir. Dolayısı ile de her zaman zordur. Ama bütün zamanlara nazaran en zorlu devre hiç kuşkusuz adaşıma nasip oldu.

Bana sorarsanız adaşım, Türk Subaylarının olmazsa olmazı olan kurmay bilgi ve stratejik zeka unsurunu olağanüstü şartlarda mümkün olabildiğince olumlu kullanan isimler arasında yer aldı. Eğer gerçekten samimi sohbet ortamında öylesine söylenmiş, nükteci kişiliğinin ürünü, tanışıklıktan kaynaklanan sıradan bir tanımlama değilse 'iyi çocuk' ibaresi (ki ben tarif ettiğim tanım içinde söylendiğini sanıyorum) dışında paşamın olumsuz hatırlayacağım hiç bir tavrı yoktu.

Askerler üzerinden pek çok sayıda tezgah çevrildiği, bu kadar olumsuz koşullar ortasında hâlâ gelecekten umutlu bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olarak yaşadığımızı göz önüne alırsak, Paşanın zorlu bir süreçte neler yaptığını zaman ilerledikçe daha net anlayacağımızı düşünüyorum.

Kim onu neyle hatırlar bilemem ama ben onun adı anıldıkça ilk önce 2 Ekim 2006 konuşmasını hatırlayacağım...  Hafızası zayıf bir toplum olduğumuz için muhtemelen unutmuş olduğumuzu sandığım  "kıyametler kopartması  beklenen" o tarihi konuşmayı bugün özellikle hatırlatmakta yarar görüyorum. Ki bazılarının hatırlamaktan sadece utanç duyacağına, kiminse sinirlerinin bozulacağına  inanıyorum.

Bazıları için sadece "Türkiye’de irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır" cümlesinden ibaret olan bu konuşma aslında Atatürk'ün tarihi nutuklarının dışında üzerinde en çok çalışılmış, en iyi kurgulanmış ve hedefini can evinden vurmuş tarihi nutuktu.  

Tanımı mülhem 'İrtica' kavramlarının canına okuması için Yaşar Paşa'ya  bel bağlayan 'bir takım iç mihraklar', büyük umut bağladığı bu konuşmayı haftalar önceden '2 Ekimi bekleyin' kampanyası oluşturarak duyurdular. Fakat onlarınbeklentilerinin yanında dağ fare doğurmuş gibiydi. Öyle mükemmel ve kusursuz bir konuşmaydı ki "koşullanmış beyinlerin" ellerinde sadece "Türkiye’de irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır" cümlesi kaldı.

Aslında gerçekten de o konuşmanın kalbi bu cümleydi. Fakat işlerine sadece bu cümle yaradığı için mecburen kullananların kastettiği 'tanımlamadan' çok daha geniş açılımlar içeriyordu. Yani önemli bir  'tanım' farkı vardı.

Şimdi sizlere o konuşmadan bazı bölümleri altını çizerek ve renklendirerek sözüm ona "yorumsuz" olarak sunuyorum. Bakalım siz bugünkü koşullarda bu metni nasıl okuyacaksınız? Mümkünse lütfen bir de ilk karşılaştığınızki  "tanımla" nasıl okunuduğunuzu hatırlayın. 

Ama izninizle daha önce, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın aşağıda sizlere hatırlatacağım tarihi konuşmasından bir yıl sonra aynı mekanda yaptığı konuşmadan bir paragraf sunmak istiyorum. Sonraki tüm bölümler 2006 yılı konuşmasından özel bir seçkidir...

".. Sokrates'in dediği gibi: "Aklın başlangıcı kavramların tanımlanmasıdır" Tanımlayamadığımız hiçbir husus bize ait değildir. Bu nedenle, öncelikle kavramların 'doğru anlaşılması' gerektiği düşüncesindeyim. Aksi takdirde, Maslow'un: "Elinde çekiç olan sadece çivileri görür" benzetmesinde olduğu gibi doğru anlaşılmayan kavramlardan yola çıkan birinin doğru sonuçlara ulaşması mümkün olmayacaktır.. ."

Şimdi gelelim bir sene önceki konuşmasının unutulan önemli noktalarına:

"... Ülkemizin dünyanın en hassas bölgelerinden birinde bulunduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bu nedenle, içinde yaşamakta olduğumuz coğrafyada gelecekte neler olabileceğini sürekli değerlendirmemizin önemini vurgulamak istiyorum. Çünkü bu coğrafyada tarih; öngörülemeyen ancak barındırdığı uluslara acı yaşatan ve ibret alınması gereken olaylarla doludur. Bu sebeple, Türkiye gibi etrafı çok sayıda istikrarsızlıkla dolu bir coğrafyada yaşayan bir ülkenin güvenliğini sağlamak ve ulusal menfaatlerine yönelik tehditleri caydırmak için her bakımdan güçlü olması gereken Silahlı Kuvvetlerin gelecekteki komutanlarının yetiştirildiği Harp Akademilerimizde icra edilen eğitim ve öğretim büyük önem taşımaktadır. Yaşadığımız coğrafya, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için güçlü muhafızların varlığını gerekli kılmaktadır. Bu güçlü muhafızlar, ulus ve devletin yalnız askeri, polisi değil; tüm kurumlarıdır. Harp Akademilerimiz, verdiği eğitim ve öğretimle yalnız Silahlı Kuvvetlerin değil, aynı zamanda Cumhuriyetin güçlü muhafızlarını da yetiştirmektedir"

"Bilgi çağının insanı, kendini tanımaktan, ifade etmekten ve düşündüklerini açıklamaktan korkmayan; edindiği bilgiler aracılığı ile görevleri ve geleceği arasında ilişkiler kurarak, yeni bilgiler üretebilen insandır. Peter Drucker'a göre: “bilgi, mutlaka üretime dönük olmalı ve sonuçlara odaklanmalıdır.” Bu anlamda bilgi çağının gereklerine göre yetişmemiş olanlar, zaman içinde küçülerek etkisizleşecek ve kaybolacaklardır.

Bu bağlamda, Harp Akademilerimiz bilgi çağının ihtiyacı olan yalnız askerî konuları değil, uluslararası güvenlik konularını da bilen subayları yetiştirmek zorundadır"

"... Bu nedenle Harp Akademilerimizdeki öğretimin kuvvet temel yeteneklerinden fedakârlık yapmaksızın, geleceğin liderlerini, mesleklerinin başından itibaren müşterek harekât içinde yetiştirecek şekilde olması önemlidir. Kısacası geleceğin liderleri, çok uluslu operasyonlar ve daha karmaşık müşterek harekâtta becerilerini ve hünerlerini en yüksek düzeyde gösterecek eğitimi Harp Akademilerinde almak durumundadırlar. Ayrıca, Silahlı Kuvvetlerimizin yönetici kademelerine gelecek bu liderlerimize Harp Akademilerimizde, kalıcı barışı elde edebilmek için yumuşak güç olarak cazibe/ikna yeteneğinin gerekli olduğu öğretilmeli ve yumuşak gücü geliştirebilecek bilgi birikimine de sahip olmaları sağlanmalıdır" ..."

".... Bilgi çağındaki eğitim ortamları; sorgulamaya dayanan, eğitici ve eğitilenin tartışma ortamı içerisinde bulunduğu bir yapıda olacaktır. Bu yapıda “öğrencileşen öğretmen” ve “öğretmenleşen öğrenci” kavramları ön plana çıkacak ve “öğrenmeyi öğrenme” eğitim sisteminde önemli bir yer alacaktır.

İnsanların gençliklerinde öğrendikleri bilgileri yaşamları boyunca kullanmaları savı artık geçersiz hale gelerek yerini “yaşam boyu öğrenme” anlayışına bırakmıştır. Çünkü, yaşadığımız çağda bilgi çok çabuk bayatlayan bir tüketim malzemesi haline gelmiştir...."

"... Harp Akademilerinin en önemli işlevlerinden biri de değişime ayak uydurabilen liderleri yetiştirmektir. Lider: olayların akışını tahmin edebilen, vizyon sahibi kişidir. Bilgi toplumu çağında temel özellik, sürekli değişimdir. Bunun için sadece bugünün koşullarına uymak yetmemekte, kurumları ve toplumu geleceğin özelliklerine göre değişime yönlendirmek, daha doğrusu, değişimin yönünü “okuyup”, yönettiğiniz toplumu o yönde değişime sevk etmek önem kazanmaktadır. Değişimi yönetmenin en iyi yolu değişimi yaratmayı bilen liderlere sahip olmaktan geçmektedir. Hedefimiz, ulu önder Atatürk’ün: “Ufuklara kadar görüyoruz, onun ötesini görmeye çalışacağız.” sözünü rehber edinen liderler yetiştirmektir...."

....

"Konuşmanın tamamını bir daha okusam iyi olacak" diyenler Genelkurmay Başkanlığı sitesini ziyaret edebilirler.  (Yoksa siz o siteyi sadece muhtıra var mı yok mu ya da yine kaç şehit verdik diye ziyaret eden misiniz?)

Günümüzde son dalga  "irticanın" çökertilen muhkem kalelerinin yıkıntıları arasında dolaştığımızın farkındaysanız ve  "son yıkıntıların altında kalan" "önceki yıkıntıların" sadece siyasi kimlik farkı taşıdığını idrak edebiliyorsanız, Yaşar Paşa'nın Türkiye Cumhuriyeti Demokrasisi için o gün geçerli olan cümlelerinin halen geçerli ve daima geçerli olacağını hiç aklınızdan çıkartmayın: "Türkiye’de irtica tehdidi vardır ve bu tehdide karşı her türlü önlem alınmalıdır... Yaşadığımız coğrafya, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için güçlü muhafızların varlığını gerekli kılmaktadır. Bu güçlü muhafızlar, ulus ve devletin yalnız askeri, polisi değil; tüm kurumlarıdır.

Söylenmesi gereken her sözün önünü açacak olan bu cümleler Yaşar Paşa'nın mirası olarak alınmalı ve "irticai tanımla kullanmadığı sürece" (Atatürk'ün sözlerinin bile katillerce savunma mekanizması olarak rgönül rahatlığı ile kullanılabildiği bir ortamda bu cümlenin irticayı muhafaza için kullanılma tehlikesi tabi ki olacaktır) yaşatılmalıdır... Tabi Paşa'nın bunu hangi koşullarda söylediği ve başardığını da göz ardı etmemekte yarar var.

Hülasa; dersini verdi ve gidiyor Paşam. Darısı yerine geleceklerin başına....

Tabi ki Yaşar Paşa'nın yukarıdaki cümlelerde tanımladığı eğitim tipi yalnız askerlerin değil, artık tanımı biraz daha netleşen irticaya karşı gönüllü kalkan olan  demokrasi güvencesi her sivilin ideali olmalıdır.

Yarının liderlerine selam olsun.... 

Bugün ebediyete intihal eden adaşıma Allah'tan rahmet diliyorum. Ruhu şad olsun.

Yaşar İliksiz - mistikalem.com

yasar@yasariliksiz.com

Instagram ve twitter: @yasariliksiz