Neden Affedemiyoruz?

08 Ocak 2019 Salı
Neden Affedemiyoruz?
Neden Affedemiyoruz?

“Aksın, içimde siyah bir nehir gibi
dolanan keder
unuttuğum, unutmaya çalıştığım ne varsa
bende durmasın
içimde öyle çok ki, her gidenden
biriktirdiğim melekler”
Birhan Keskin

Hepimizin vardır bazı can kırıklıkları; unutmayı, bırakmayı beceremediği yaşanmışlıkları. Bazıları zaman zaman düşer akla ki, oldukça olağan bir insan davranışıdır bu: geçmişin muhakemesini yapmak arada. Yaşadığı hikayesini okumak.
Ama bazıları vardır ki, hesap defterini kapattırmazlar. Ne kadar süre geçmiş olursa olsun üstünden, etkileri bizde öyle kuvvetlidir ki, bir dönemin kapanmasına, bir mevsimin bitip diğerinin başlamasına  müsaade etmezler.
Bu bir aşk ilişkisi olabilir, iş hayatında yaşanmış bir engellenme, aile içinden gelen bir ok veya toplumun ettiği bir gaddarlık.
Her halükarda bu acıların ortak özelliği, bizi dönüştürmeleridir. Bazen iyiye bazen kötüye. Bazen ikisine de biraz. Bizi başka bir insan yaparlar. Fakat başka bir insan olarak, yeni bir hayata başlamamıza müsaade etmezler.
Böylece bizi, kil gibi dönen tekerlekte yoğururlar da yoğururlar, ama fırına verilip, yeni bir şey olarak hayata açılmaya bırakmaz, geri çekerler.

Kişisel gelişimin hemen her bir dalı, buradaki sorunun “affedememek” olduğu konusunda hem fikirdir. Çünkü affetmek bırakmaktır, zihnin gerisine göndermektir. Artık geçmişte yaşanmış o olay üzerine, zihinde veya realitede değişiklik yapmayı istememek, istememeye hazır olmak demektir. Yani fırına verilmek demektir.

O hesap defteri, ancak affedince kapanır.

Yine de, artık yolumuza devam etmeyi ne kadar istesek de, bu bir türlü mümkün olmaz. Herkes affetmenin sevmekle bir ilgisi olduğunu söyler de, bizi bu kadar kıran döken bir şeyi veya insanı nasıl sevebileceğimizi söylemez. Herkes geleceğe bak der de, acıdan bu kadar değişmişken rayından çıkarak belirsizleşen geleceğin nasıl görüleceğini söylemez. Herkes yenisini bul der de, bulunanda aynı hikayeyi tekrar etme korkusunun üstesinden nasıl gelineceğini söylemez.
Söylenenler bize yanlış gelmez, yalnızca eksiktir. Bir dişliyi sanki atlıyorlardır da, çark tam dönmüyor gibidir içimizde.

İşte o dişli bizim içimizde yatar.
O dişli bizim görmek istemediğimiz karanlık yanımızın bir parçasıdır.
Acımıza odaklanmaktan, karşı tarafların ihanetine odaklanmaktan, kendi karanlığımızı aklımıza dahi getirmeyiz.
Oysa cevap oradadır.
Eğer biz, kimseye ve hiçbir şeye karşı, zafer kazanmak istemiyorken, kendi işimize gücümüze bakıyorken, bir zafer sevdalısı gelip, kılıcını böğrümüze sokarsa, hissedeceğimiz şey şaşkınlık, üzüntü ve hayal kırıklığı olur. Sonrasında yaramızı sarar, deliyle deli olmamak için uzaklaşırız. İçten içe, bizim bir şey yapmadığımızdan da emin olduğumuz için, hikayenin bizde yarattığı etki de zamanla söner ve olay unutulur.
Ancak, iki zafer sevdalısı savaşçı karşı karşıya geldiğinde, mutlaka bir yenilen olur ve yenilen illa ki hayatı boyunca bir rövanşın peşinde koşar.
Böylece konu kapanmaz, sürer gider. Daima zihnimizde yer eder. Elbette rövanş isteyen bir zihnin de, onu yeneni sevmesi, anlaması ya da bundan başka bir gelecek düşünmesi mümkün olamaz.
Hepimizin içinde, böyle zafere aç bir savaşçı vardır.
Bir işi istedik, çok çalıştık ama önümüze insanlar engel mi koydular? Bunu affedip unutamıyorsak, sebebi o işte başarılı olmayı bir zafer meselesi haline getirmiş olmamızdır.
Aynı şey, kaybedilen bir sevgili, aileyle çatışma, toplumda benliğini kazanma gibi durumlarda da görülür.
Çok sevdim deriz, her şeyimi verdim deriz. Oysa seven insan karşılık bulamadığında üzülür. Hüzün dolar içine, ama zamanla bir gün karşılıklı da sevebileceği umudu da yeşerir ve hayatına devam eder.
Ama bir sebepten, sevdiğini elde etmeyi bir zafer meselesi haline getiren insan, bunu bir kaybetme olarak belleyecektir ve içinde sadece hüzün değil, utanç da olacaktır.
Oysa acı çeken neden utansın? Yanlış onda mıdır?
Bir savaşçı bir köylüyü yaralarsa, köylü kaçar ve yarasını sarmaya bakar. İntikam aramayacağı gibi, köylü de olduğunun bilinciyle yenilgisinden utanç duymaz. Çünkü savaşçı değildir o.
Fakat bir savaşçı bir savaş kaybederse, bundan utanç duyar.
Demek ki aslında affetmekte elzem olan sevgi, karşı tarafa duyulacak olan değil, kişinin kendi içindeki zafer müptezeli savaşçıya duyacağı sevgidir. Onu kabul etmek, onun da acı çektiğini bilmek ve ona şefkat göstermek.
Acıyla benlik değişirken, ne yöne değişir peki? İşte tam da bu yöne. Savaşçı mı olacağız? Hep bir zafer mi arayacağız? Yoksa bir köylü, bir sivil mi olacağız? İçimizdeki savaşçıya mı yol vereceğiz yoksa tarlasında yetişen çiçeklere baktığında huzur bulacak kadar mütevazi sivile mi? Burada seçim budur.
Keza geleceğimiz de yine bu kararla şekillenir. Hangi gelecek sorusunun cevabı burada yatar: güreşe doymayan pehlivan olmaya devam mı edeceğiz, yoksa savaşı bir kenara bırakıp, artık nefsimizin direttiği zaferlerle uğraşmadan işimize gücümüze mi bakacağız?

Özetle;

Şunu unutmayacağız: iki savaşçı karşı karşıya geldiğinde elbet biri yenilir, bu savaşta ben yenildim. Eğer savaşçı yanımı ESAS BEN olarak dışa vuracaksam, bu yenilginin acısını içimde taşıyacağım ve illa bir yerde ben de kazanacağım, ama o zaman benim çektiğim yenilgi acısı ve utancını da başkası çekecek, bunu göze alıyor muyum?

Eğer almıyorsam, ben başkasına zarar vermek istemiyorsam, savaşçı olmadığımı kabul edeceğim ve kılıcımı toprağa gömeceğim. O zaman şunu kabul edeceğim: evet CANIM YANDI. Bu insan, insanlar, durum, bana zarar verdi, beni üzdü ve yaraladı. Ve ben artık onları değil, yaralarımı düşüneceğim, onları saracağım ve onlardan zihnen de fiziksel olarak da uzaklaşacağım.
Ve tarlama döneceğim, canımın yanması veya bir başkasının canını yakmaktansa, ben ekinimi ekeceğim ve üreteceğim.

İşte savaşçı mı üretici mi olduğumuza karar verdiğimizde,
Bu karar doğrultusunda canımızın yandığını veya başkasının canını yakmayı kabul ettiğimizde,
Yaşananlar artık enerjisini kaybedecek ve düğümler gevşeyecek.
Böylece geleceğimiz açılacak, biz de yolumuza devam edeceğiz.
Ya tarlamıza gideceğiz, ya da başka maceralar peşinde koşacağız.

Başkasına zarar vermektense kendi zararınızı onarıp, herkese yetecek kadar çiçek yetiştireceğiniz tarlanıza dönmeniz dileğiyle.

Caput Draconis - mistikalem.com