İlişkilerde Ticaret: İnsanlardan ne alıyoruz , ne veriyoruz?

24 Mart 2018 Cumartesi
İlişkilerde Ticaret: İnsanlardan ne alıyoruz , ne veriyoruz?
İlişkilerde Ticaret: İnsanlardan ne alıyoruz , ne veriyoruz?

İnsan ilişkilerinin, bir temelde alışverişe dayalı olduğu doğrudur. Bizler, sürü canlısı olarak, hepimiz birbirimizle bağlantılı, birbirimizden etkilenen, hayatta kalmak için birbirimizin desteğine ihtiyaç duyan canlılarız.

Özellikle modern çağda, ekmeğimizi, besinimizi, aletimizi kendimiz yapmayı bırakıp, satın almaya başladığımızdan beri , bu ihtiyaç daha da belirginleşti ve belki de biraz da bu sebepten ilişkiler, çok da elverişli olmayan bir mecraya çekildi.

Ne vereceğimizi ve karşılığında ne alacağımızı fazlasıyla dert edindiğimiz, karşılık alamadığımızda derin hesap kitaplara ve bunalıma gömüldüğümüz, insanlarla kavga ve tartışmalarımızda müşteri hizmetlerine dert anlatmaya çalışan müşterilere dönüştüğümüz bir dönemi deneyimliyoruz.
Ya bizim elimizdekini kimse almıyor ya da insanların bize vermeye çalıştıkları şey, istediğimiz şeyler değil. Ya elimizde satacak ürünümüz az ya da verilen mal az. Bir de çok pahalı ürünler var. İnsanların Dolce&Gabbana’sı, Pierre Cardin’i var. Onlara elimizde ne varsa döksek ulaşamıyoruz.
Peki, böyle olmanın sorun yarattığı aşikar da, nedir o sorunlar?

Öncelikle, ilişkileri alışverişe çeviren insan bir anlamda pazarda tezgahtır, şahsiyet değil. Bir pazar tezgahında, her an her şey satılabilir, malların cinsi, rengi değişebilir. Çünkü pazar ve pazarı belirleyen arz her gün değişir. Bunun en güzel örneği her yıl değişen makyaj trendidir örneğin. Kadınları bir sene kalın kaşlarla görürüz, bir sene incecik kaşlarla. Bir sene dolgun dudaklarla,bir sene parlatıcılarla. Bir sene tunik-tayt kombini herkestedir, öteki sene yüksek bel kot moda olur.
Bir tezgah, biliyoruz ki karakter sahibi değildir ve olamaz. Çünkü karakter sahibi olmaya kalkarsa iflas eder. Bir üründe inat ederse, o ürünün revaçta olmadığı zamanlar aç kalır.
Bununla birlikte bir tezgaha bazen iyi bir toptancıdan mal gelir bazen kötü bir toptancıdan. Bazen eldeki ürün kaliteli olur, bazen olmaz. Yani tezgah ürüne maruz kalır.

Bu metaforun Türkçesi şudur: dışarıdan aldıklarını, yine dışarıya satan insanlar, her durumdan doğrudan etkilenirler. Mutlulukları, mutsuzlukları, pozitif veya negatif ruh halleri, enerjileri veya çökük halleri hep hayatta irili ufaklı maruz kaldıkları şeylere bağlıdır. Örneğin kişi aşık olmuşsa, hele aşkı da karşılık bulmuşsa, bu durumdan ve karşı taraftan aldığı coşkuyu diğerlerine yansıtır. Öte yandan birileriyle tartışmış mesela patrondan laf yemişse, o negatif ruh halini de, çevresine satar.

Buraya kadar bahsettiklerimizi şöyle bir toparlarsak; Kendi içinden ürettiği bir şeyi değil, çevreden aldığını diğerlerine yansıtan insan, yani bir diğer deyişle hem dışarıdan beslenen insan, bir kere geçirgen olmak zorundadır. Çünkü ancak o zaman aldığını yansıtabilecektir. Fakat bu aldığını yansıtarak var olma denklemi, onu hem kişiliksiz kılar, otantik doğasını zedeler ve bastırır hem de onu olumsuz verilere de açık hale getirir.
Bu durumda kişi dönem dönem kendi olmaya çalışsa bile, dışarıdan sürekli saldırı aldığını hissedeceği için, bir türlü ayağa kalkacak dermanı bulamaz.

Bir diğer zarar ise şudur: aynı pazarda olduğu gibi, bazen tezgahın, çok satacağını düşünerek tüm sermayesini yatırdığı ürün, bir karalamayla çöp olur ve satılamaz. O zaman mal elde patlar. Bazen kişi, deneyimlediği bir olay neticesinde merhamet satın almış gibidir, coşku veya sızlanma. Bunun karşısındaki insana satmaya çalışır ama karşı tarafın ihtiyacı bu değildir. Bu yüzden ürün satın alınmaz. Bu durumda ya karşı taraf kalpsiz olmakla suçlanır ya da benlik değersiz olmakla.

Böylece, sonuç olarak kalbe sirayet edemeyen, yüzeysel ve ancak bir mal satın alındığında o ilk an yaşanıp sönen haz süresi kadar pozitif duygu yaşatan ilişkiler peyda olur ve işin sonu bir biçimde bunalıma, bir biçimde değersizlik, yoksunluk, daha fazla özellik satın almaya çalışma ve yine satamama döngüsüne oturur.
İnsan mutsuz olur.

Peki, doğrusu nasıl olmalıdır?

Öncelikle çok basit ama bugünün insanı için idraki zor bir şeyi kavramak gerekir: bizim pazardan bir şey satın alma ihtiyacımız yoktur! Bizim toptancılara gidip pazarlık yapmaya ihtiyacımız yoktur! Bizim o mal elimizde patlayacak diye uykusuz kalmamıza da gerek yoktur! Çünkü o mal, zaten YOKTUR!

O mal, satıldığı andan itibaren çöp olmaya mahkumdur. O mal, topraktan koparılmış meyve gibidir ve bağ koptuğu an çürümeye başlamıştır bile. Bu yüzden sevgiler bayat, ilgiler çürük, şefkatler kararmış, merhametler yumuşamıştır.

Bizim bu ürünlere ihtiyacımız yoktur çünkü bizim kendi toprağımız vardır: ruhumuz. Ve her toprak gibi, onun da, kişinin meşrebine göre verdiği ürün başkadır. Biz o ruha iyi baksak ve üretimi baltalayan otları yolsak kafidir!

Biz ölmedikçe sonu gelmeyecek şekilde üretim yapan bir toprağı kuraklaşmaya bırakıp, şehrin pazarında toptancılarla cebelleşmek, dahası sonra bir de müşteriye dil dökmek, elimize geçen üç kuruş parayla da iki elma alabilmek için tüm pazarda taban tepmek nedir?

Bizim ruhumuz, açlığını çektiğimiz merhameti, şefkati, sevgiyi, saygıyı, bilgeliği, aşkı bize sağlayabilecek, hatta üretim fazlası yaparak, çevreye tarlalara bedavaya, gönlümüzden geldiği için verebilecek kadar zengindir!

Ama bunun için o tarla başında, gece gündüz çalışmak, sabretmek, bu işe gönül vermek gerekir.
İşte kendi ruhuna gönül vermek istemeyen insan, başka tezgahlardan ruh almaya, başka tezgahlara gönül satmaya çalışır durur.

Neticede ne gönül bolluğuyla birine el uzatabilir ne de doyuncaya değin sevilebilir.

Bu yüzden, iş telefona gelince onu internetten sipariş etmeyi düşünebiliriz. Çünkü evet, onu evde üretemeyiz. Ama insanın değerleri ev yapımı ve taze tüketime yöneliktir. Sevgi, saygı, nezaket, vicdan, izan gibi değerler ya bizden, içimizden gelir, yoksa hiçbir yerden gelmez. Geldiğini sandığımız şey, plastik süs üzüm, fazla dondurulmuş balık, süt tozundan yapılma dondurma gibi, sahte yapay, gerçeğin kötü bir taklidi olandır.

Ruhunuzu taklit ürünlerle zehirlemeyin.

Kendi bahçenizden yiyeceğiniz bir elma, tüketeceğiniz on akşam yemeklik market ürününden daha doyurucu olacaktır.

Hiç değilse ölmeden, göçmeden, ruh bahçenizden bir elma yiyin!

Caput Draconis - mistikalem.com