Ruhsal

Psikolojik gibi görünen sorunlar aslında biyolojik bir sağlık sorunu olabilir

İnsanı zihin ve beden bütünlüğü içinde ele almayan günümüz endüstriyel tıp paradigması, insan psikolojisini de bağlamından koparıp kendi kendine bozulan bir biyokimyasal sistem gibi tanımlar. Oysa insan, uzay boşluğunda asılı izole bir varlık değildir

Psikolojik gibi görünen sorunlar aslında biyolojik bir sağlık sorunu olabilir

NEDEN BÜTÜNE BAKMAK ZORUNDAYIZ?

Karın ağrısıyla başvuran bir hastanın yakınmasına tıp dilinde 'dolor abdominalis' deriz. Bu Latince terim kulağa ciddi ve bilimsel gelir; çoğu zaman da sorununun “adı konmuş” hissini yaratarak hastada bir rahatlama sağlar. Ancak ağrının adını koymak, onu anlamak demek değildir.

Ağrı, vücudun “Burada bir şey yolunda gitmiyor” demek için kullandığı en temel uyarı sinyalidir. Karın ağrısı; basit bir hazımsızlıktan apandisite, bağırsak tıkanmasından iç kanamaya kadar yüzlerce farklı nedenin habercisi olabilir. Bu sinyali yalnızca ağrı kesicilerle susturduğumuzda, arabada yanan motor arıza ışığını bantla kapatmış oluruz.

Aynı durum psikolojik yakınmalarda da geçerlidir. Birine “anksiyete bozukluğu” ya da “depresyon” tanısı koymak, yaşadığı sıkıntının nedenlerini anlamakla eşdeğer değildir. Sadece tanı koyup hemen ilaç vermek, zihnin bize ilettiği sinyalleri susturur ama nedenlerini ortadan kaldırmaz. Fiziksel ağrıda olduğu gibi, ruhsal ağrıda da semptomları bastırmak, altta yatan sebeplerin sessizce ilerlemesine yol açar. Yangın hâlâ oradadır, sadece duman görünmez olmuştur.

Doğru yaklaşım, ister beden ister zihin olsun, önce “Bu bana ne anlatmak istiyor?” diye sormaktır. Çünkü hem fiziksel hem psikolojik belirtiler, düşman değil; bize yön gösteren habercilerdir. Onları susturmak yerine anlamak, tedavinin ve gerçek iyileşmenin ilk adımıdır.

Kaygı, panik ve depresyon; gerçeklik algısı bozulmamış, kendisine ya da çevresine zarar verme olasılığı öngörülmeyen kişilerde, yalnızca ilaçlarla ya da geçen yüzyılda Batı kültürüne göre geliştirilmiş bazı terapilerle çözülemeyecek kadar çok katmanlı ve karmaşık nedenlerle ortaya çıkar.

TIP EĞİTİMİ OLMAYAN BİRİNİN TEDAVİSİ İYİ NİYETLİ OLSA DA ZARAR VEREBİLİR

Uzun meslek yaşamımda, antidepresanlarla tedavi edilmeye çalışılan sayısız hastada; D vitamini, B12, demir ya da folat gibi temel yapı taşlarının eksiklikleri; tiroit, kortizol, östrojen, testosteron, insülin gibi hormonlardaki düzensizlikler; hatta demans ya da beyin tümörleri gibi organik bozukluklara rastladım. Bu tür sorunlar, bireyin duygu ve düşüncelerini öyle derinden etkiler ki, dışarıdan bakıldığında yalnızca “psikolojik” gibi görünen bir tablo, aslında biyolojik bir sağlık sorununun yansıması olabilir. Bu yüzden tıp eğitimi olmayan birinin böyle bir hastayı “tedavi” etmeye kalkışması, iyi niyetli olsa bile, ciddi zararlar doğurabilir.

ENDÜSTRİYEL TIP PARADİGMASININ İNSANA BAKIŞI

İnsanı zihin ve beden bütünlüğü içinde ele almayan günümüz endüstriyel tıp paradigması, insan psikolojisini de bağlamından koparıp kendi kendine bozulan bir biyokimyasal sistem gibi tanımlar. Oysa insan, uzay boşluğunda asılı izole bir varlık değildir. Duygu ve düşünce dünyamız, içinde yaşadığımız sosyal çevre ve anlam haritasıyla birlikte şekillenir. Toplumun yapısı, değerleri, ekonomik koşulları, eğitim olanakları, güvenlik duygusu ve sosyal destek ağlarının varlığı ya da yokluğu, ruhsal direncimizi doğrudan etkiler.

İlişki sorunları da tedavi sürecinde özenle ele alınmalıdır. Bir insan, ailesinde şiddete maruz kalıyor ya da böyle bir duruma tanıklık ediyorsa, sürekli eleştiriliyor, ihmal ediliyor veya manipüle ediliyorsa; bir süre sonra kendisini yetersiz, değersiz ya da görünmez hissetmeye başlar. Bu duygular zamanla yıkıcı düşünce kalıplarına dönüşür: “Ben zaten sevilmiyorum”, “Ne yapsam boş”, “Herkes bir gün terk eder” gibi inançlar, kişinin hem kendisiyle hem dünyayla ilişkisini bozar. Sorun artık yalnızca yaşanan olayda değil, zihinde yeniden ve yeniden üretilen düşünce şekillerindedir.
İnsan sağlığında tıbbın dikkate almadığı daha derin bir katman vardır: İnsan olmanın getirdiği anlam arayışı ve felsefi sorgular. “Ben kimim? Sevdiklerimle bağım ne kadar gerçek? Neden yaşıyoruz? Bu hayatın anlamı ne? Ölümle yüzleşmek nasıl bir şey?”

Bu tür sorularla baş başa kalan birinin hissettikleri “anksiyete” ya da “depresyon” diye adlandırılsa bile, aslında bir uyanışın sancılarına işaret ediyor olabilir. Ancak doğru şekilde desteklenmezse, o arayış kolayca bir kayboluşa dönüşebilir.

İNSAN BÜTÜNCÜL BİR BAKIŞ AÇISI İLE TEDAVİ EDİLEBİLİR

Tüm bu nedenlerle insanı, yalnızca beyin kimyasıyla ya da çocukluk geçmişiyle açıklayan dar kalıplarla değil; bedeni, zihni, toplumsal çevresi ve anlam arayışıyla birlikte ele alan bütüncül bir bakışla değerlendirmemiz gerekir. Çünkü her kaygı, panik ve depresyon bir biyokimyasal bozulma sonucu ortaya çıkmaz. Bazen neden organik bir sorun, bazen uyumsuzluk, bazen çaresizlik ve isyan, bazen de yeni bir yaşamın eşiğinde ortaya çıkan doğal bir sarsıntıdır. Zihinsel sorunlar ve yol açtıkları fiziksel rahatsızlıklar ancak bütün bu boyutları kapsayan biyopsikososyal bir yaklaşımla anlaşılabilir ve dönüştürülebilir.

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Ayrıntılı Bilgi ve Diğer Doç. Dr. Şafak Nakajima yazıları için:
www.safaknakajima.com

Yorumlar