İslâmiyet önceki Türk destanlarındandır. Saka Türklerine ait iki destandan biridir. Diğer Saka destanı ise Alp Er Tunga Destanı'dır.
Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lûgati’t-Türk eserinin Türkmen maddesinde Arapça olarak özetlenmiş halde tesbit edilmiştir.
Şu Destanı'nın M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla bağlantılı olduğu tahmin edilmektedir. Destanda Zülkarneyn adı ile geçen şahıs, Makedonya'nın ünlü kralı İskender’dir. Orta çağ İslâm tarihçilerinin birçoğu gibi Kâşgarlı Mahmud da İskender’den Zülkarneyn diye bahsetmiştir. Buna göre; destanda geçen olayların, İskender’in Türkistan seferine, yani M.Ö. 330- 327 tarihleri arasına denk gelmektedir.
Bu tarihlerde Makedonyalı İskender'in Saka Türklerinin yaşadığı bölgeleri istila ettiği bilinmektedir. O dönemde Saka hükümdarının adı Şu idi. Her ne kadar destanda Zülkarneyn olarak geçse de destan Türklerin İskender’le mücadelelerini ve geriye çekilmelerini anlattığı anlaşılmaktadır.
Destana göre İskender, Semerkand’ı geçerek Türk ülkelerine yönelmiş; Türk hakanı Şu, karşı tedbir olarak Hocend vadisi kıyısına 40 gözcü yerleştirmiş; İskender ırmağı geçince gözcüler gelip Şu’ya haber vermişler.
Kâşgarlı Mahmud, o yıllarda Doğu'ya çekilmeyen 22 Oğuz Boyu ailesinin Türkmen olarak adlandırıldığını belirtmektedir
Şu Destanı'nın Dîvânü Lûgati’t-Türk nakli şu şekildedir:
Zülkarneyn, Semerkand’ı geçerek Türk ülkelerine doğru yöneldi. O günlerde Türk hükümdarı Şu adlı genç bir hakandı. Azametli bir ordusu vardı. Balasagun yakınlarındaki Şu kalesini yaptıran o idi. Ordusundaki beyler için Şu kalesinde her gün 360 nöbet davulu vurulurdu.
Adamları, Şu’ya şöyle dediler: «Zülkarneyn denen adam yaklaştı. Onunla savaşacak mıyız? Bize buyruğunuz nedir? «Şu, Hocend vadisinin kıyısına, gözcülük yapmak ve Zülkameyn’in geçişini haber vermek üzere kumandanlarından 40 kişi göndermişti. Bu birlik, hakanın askerlerinden hiç kimse fark etmeden hareket geçip gitmişti. İşte bundan dolayı, «savaşacak mıyız?» diye sorulduğu zaman, akanın gönlü rahattı.
Hakanın gümüşten bir havuzu vardı. Sefer sırasmda da onu yanında taşır, içine su soldurur, sonra da kazları ve örnekleri içinde yüzdürürdü. Hakan, «savaşacak mıyız» diye soranlara cevap olarak «şu kazlara ve ördeklere bakın, nasıl suya dalıyorlar» dedi. Bunun üzerine milletin yüreğine korku
düştü. Savaşmak veya bir tarafa çekilmek için herhangi bir hazırlığın yapılmadığını zannettiler.
Derken Zülkâmeyn ırmağı geçti. Öncüler de geceleyin hakana gelip Zülkameyn’in ırmağı geçtiğini haber verdiler. Hakan geceleyin davullar çaldırdı ve doğuya doğru yürüdü. Önceden hazırlık yapılmadan hükümdarlarının yürüyüşe geçtiğini gören halk arasında büyük bir karışıklık oldu. Herkes binecek ne bulduysa kendini onun üzerine attı ve hakanın ardısıra gitti. Karışıklıktan, biri diğerinin, diğeri öbürünün hayvanını almıştı.
Sabah olunca ordugâh, dümdüz bir oya haline gelmişti. Bilindiği gibi, zamanımızdaki Tıraz, Ispicâp, Balasagun ve diğer büyük şehir ve beldeler o devirde henüz yoktu. Hepsi sonradan kuruldu. Halk o zaman konar göçer olarak yaşıyordu.
Hakan ve ordusu gitmiş, fakat onlardan 22 kişi aileleriyle birlikte orada kalmıştı. Bunlar geceleyin yüklerini yükleyecek hayvan bulup gidememişlerdi. İşte bu kitabın başında adlarını andığım ve hayvanlarının damgalarını belirttiğim, bunlardır. Kınık, Salgur ve diğerleri bunlardandır. Bu 22 kişi,
yaya olarak gitmek veya bulundukları yerde kalmak için düşünürken iki adam gördüler. Bu iki adam yüklerini sırtlarına yüklemiş, ailelerini yanlarına almış vaziyette ordunun izini takip edip gidiyordu. Yorgundular ve yüklerinin altında terlemişlerdi. Durdular 22 kişiyle bu konuda konuşup danıştılar. 22 kişi onlara şöyle dedi: «Ey iki adam! Bu herif (yani Zülkarneyn) bi yolcudur; asla bir yerde durmaz, bizim yanımızdan da geçip gidecek ve biz yurdumuzda kalacağız.» Türkçe olarak o ikisine «kal aç» dediler. «Ey iki adam Kalın, durun, bekleyin» anlamında. Sonraları onlar «Halaç» diye adlandırıldılar. Halaçlârın aslı budur-, iki boydurlar.
Zülkarneyn gelip bu insan tâifesini, ayırdedici işaretleri ve Türk alâmetleri ile görünce, hiç soruşturmadan, «Türkmânend» dedi. Bu söz, «bunlar Türke benziyorlar» demektir.
Bu ad o günden bugüne kadar onların ismi olarak kaldı. Onlar, aslında 24 boydur. Fakat iki Halaç boyu, bazı hususlarda onlardan ayrılırlar ve dolayısıyla onlardan sayılmazlar. Aslı budur.
Hakan Şu Çin’e gitmişti. Zülkarneyn, Uygur yakınlarında hakana yaklaşınca hakan, ona doğru bir öncü birliği gönderdi. Zülkarneyn de hakana doğru bir öncü birliği gönderdi. Geceleyin vuruştular; Zülkameyn’in öncüleri yenildi. Bu savaş Altun Kan’da oldu. Bu bir dağın adıdır, bugün Altun Han diye adlandırılır. Sonra Zülkarneyn, hakan ile barış yaparak Uygur şehirlerini kurdu. Bir müddet burada kaldı.
Hakan Şu; çekilen Zülkameyn’in takip ederek Balasagun’a kadar geri döndü. Kendi adıyla, «Şu» olarak adlandırılan bu şehri kurdu. Oraya bir tılsım bağlanmasını emretti. Bugün bile leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehrin ötesine asla geçemezler. O tılsım o günden bugüne kadar kalmıştır.»
Dîvânü Lûgati’t'Türk’te aynı destanla ilgili bir diğer parça "Öge" maddesinde yer alır:
Öge nedir? Öge; Tekinden bir derece aşağı, sokak adamlarından olup denenmiş, yaşlı ve akıllı kimselere verilen lâkoptır. Bu şundan ileri gelmiştir ki Zülkarneyn Çin’e dek ilerleyince Türk hakanı savaş için Zülkarneyn üzerine, gençlerden toplanmış, bir bölük asker gönderir. Hakanın veziri «sen Zülkarneyn’in üzerine gençleri gönderdin; onlarıniçerisinde denenmiş, yaşlı savaş eri adamların dahi bulunması gerekti» deyince hakan yaşlı ve tecrübeli anlamına olarak, «öge mi?» demiş. Vezir
«evet» cevabım vermiş. Bunun üzerine hakan yaşlı, sınanmış bir kimse göndermiş. Zülkameyn’in ileri kolları üzerine bir gece baskını yapmışlar, düşmanları yenmişler. Türklerden biri Zülkameyn’in askerlerinden birine bir kılıç vurmuş, herifi göbeğine dek parçalamış. öldürülen adamın belinde, içerisinde altın bulunan bir kemer varmış; kemer de kesilmiş, altınlar kana bulaşarak dökülmüş. Ertesi sabah Türk askerleri kana bulaşmış olan altınları görerek birbirlerine «bu ne?» demişler, «altın kan» cevabı verilmiş. Orada bulunan büyük bir dağa hemen bu adı vermişler. Uygur ülkesine yakın olan bu dağın çevresinde Türk göçebeleri bulunur. Zülkarneyn bu gece baskından sonra Türk hakanıyla barışır..
Divânü Lûgati’t-Türk’ün «Uygur» maddesinde yer alan bir diğer parçanın da Şu destanına ait olduğu varsayılmaktadır.
«Uygur : Beş şehirli bir vilâyetin adı. Zülkaneryn Türk hakanı ile barıştıktan sonra bu şehirleri yaptırmıştır. Bana, Muhammed Çakır Tonka Han oğlu Nizamettin İsrafil Toğan Tekin babasından hikâye ederek dedi ki: Zülkameryn Uygur illerine geldiğinde Türk hakanı ona dört bin kişi göndermiş; tulgalanna takılan kanatlar şahin kanatları imiş. Bunlar öne ok attıkları gibi arkaya da ok atarlarmış. Zülkarneyn bunlara şaşakalmış ve ok attıkları gibi arkaya da ok atarlarmış. Zülkarneyn bunlara şaşakalmış ve «Bunlar kendi kendilerine geçinirler, başkasının yiyeceğine muhtaç olmazlar; çünkü bunların elinden av kurtulmaz, istedikleri zaman avlayıp yiyebilirler» demiş ve bu vilâyete Huzbur (Uygur) adı verilmiş ...... Bu vilâyette beş şehir vardır. Vilâyetin halkı en katı kâfirlerdir, 'son derece atıcıdırlar. Zülkameyn’in yaptırmış olduğu Sülmi, Koçu, Canbalık, Yengibalık adındaki şehirlerdir»
ÖZETLERSEK;
iskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan'da hükümdar Şu isminde bir gençti. iskender'in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanıyordu. Bu nedenle onunla savaşmak yerine doğuya çekilmeyi tercih etti. İskender'in ordusunun yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar. Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: "Erler iskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer , o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç" ediler. Bekle , eğlen, dur anlamına gelen "Kalaç" bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu.
İskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk'e benziyor anlamında " Türkmaned " dedi. Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de iskender'in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır. Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler.
Hükümdar şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak iskender'in öncülerini bozguna uğrattılar. Sonra iskender ile Şu barış yaptı. İskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri
döndü. Hükümdar Şu da Balasagun'a dönerek bugün Şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu. Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir.
Bu destana göre iskender Türkistan'a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. iskender Türkistanda mukavemetle karşılaşmamış bu sebeble de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler iskender'in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.
Not: Bilgiler Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun'un Milli Folklor dergisinde yayınlanmış "Şu Destanı Hakkında" hakkında başlıkla makalesinden derlenmiştir.
mistikalem.com
Yorumlar