Yeni Yılın Umudu

02 Ocak 2018 Salı
Yeni Yılın Umudu
Yeni Yılın Umudu

Kendimizi çok güçsüz hissediyoruz. Kas kuvveti olarak değil, ya da manevi olarak. Legal anlamda güçsüzüz. Elimizdeki tek güç vergi ödemek, satın almak, tüketmek ve internette yorumlar yazmak.
Dünyayı değilse de, hayatımızı iyileştirmek için kararlar alıyoruz bugün, ama onların da karşısına hayat, sistem illa ki bir yerde dikilecek.

O yüzden yeni yıl dilekleri, birkaç saatlik gevşeme seansı gibi mazide kalacak. Çünkü yapamayacağımızı, yetemeyeceğimizi düşüneceğiz, gücümüz yok diye. Biz de kendimiz olmak yerine, bir sene daha, sistem neyse ona uymayı seçeceğiz belki de.

Oysa insanı başarılı kılan şey ne yasal güçtür, ne satın almayı sağlayacak paradır, ne de hayata kafa tutabilmek.

İnsanı başarılı kılan ve yolunu anlamlı kılacak yegane şey, değerlerine sahip çıkmaktır, ne olursa olsun.

Açlığa, yokluğa, kötü zamanlara, dar günlere, sevgisizliğe ve saygısızlığa rağmen,
Tüm bu kavgaya karışmak yerine başını elindeki işe indiren, işini yapan,

Ve iyi zamanları, sevgiyi, saygıyı, birlikte kurulan sofraları gönlünde hatırlayan, zamanı tekrar gelinceye kadar da orada muhafaza eden insanların ruhu asla yere gelmez.

Hepimiz düşeriz.
Hepimiz kalkarız.
Ama yalnızca onun hakkını verenlerin ruhu gider arşa.

Bu naif gibi görünen tutumun sonuç getirmeyeceğine inananlar için bir örnekle bitirelim; bu konuda verilebilecek bir sürü örnek var ama kendi tarihimizden bir tanesini uygun gördüm: Kore Savaşı’ndan sonra Amerikalılar savaşla ilgili bir araştırma yapıyorlar.

Araştırma esir edilme altında davranış modellerine yönelik. Çinliler birçok milletten askeri esir alıyorlar ve oldukça kötü muamele ediyorlar. Bu esir alınan askerlerden çok azı sağ dönebiliyor sağ kalanların bir kısmı ise komünist ajan oluyor: bir millet hariç.

Yalnızca Türkler, ne kadar esir verdilerse o kadar esirle geri dönüyorlar. Bu oldukça şaşırtıcı gözüküyor. 

Araştırmalar bu noktada yoğunlaşıyor ve ortaya şöyle bir tespit çıkıyor: Amerikalı esirler kıt yemek ve işkence ortamında, düzeni bozarak “güçlü olan hayatta kalır” düsturuyla hareket ediyorlar. O noktada hasta ve yaralı olanlar ölüyor. Sonra sağlıklılar arasında yaşam savaşı başlıyor. Dolayısıyla askerlerin bu tutumu, çoğunun ölüme terk edilmesiyle sonuçlanıyor. T

ürk esirlerse ilginç. Az yemeğe rağmen, önce hasta ve yaralıları besliyorlar. İçtima almaya orada da devam ediyor, kışlada gibi yaşıyor, düzeni bozmuyorlar. Komutan kimse, onun sözünden çıkmıyor, disiplinsizlik yaratmıyorlar. Çinliler bunu fark edince tek tek rütbelileri alıyorlar kamptan.

Türkler yine bozmuyorlar, en yaşlı er kimse, onun liderliğini kabul ediyorlar. Tüm propagandalara karşı, inandıkları değerlerden vazgeçmeyi ise reddediyorlar. Yani koşullar ne kadar korkunç olursa olsun, içeriden bozulmamaya gayret ediyorlar.

Dolayısıyla insani olmayan, hayatta kalma içgüdüsünün ve stresinin en yoğun olduğu zamanda bile, itkilerine dur deyip düzeni bozmayan Türkler, tam sayı ile geri dönmeyi başarıyorlar.

Caput Draconis - mistikalem.com