Evanjeliklerin Trump’ın Kudüs kararındaki rolü

14 Aralık 2017 Perşembe

ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyıp, Tel Aviv’deki Amerikan Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıyacağını açıklaması, derinlerinde İslam karşıtlığı ve (aşırı) Hristiyan-Evanjelik çevrelerin izlerini taşıyan yeni Amerikan yönetiminin Müslümanlar ve İslam dünyasına ilişkin muhtemel adımlarına dair öngörüleri doğrular nitelikte. 

Bu adımın atılmasında başka sebeplerin yanı sıra, Trump’ın seçilmesinde alabildiğine etkili olan Evanjeliklerin önemli rolünün olduğu söylenmelidir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “Arkasında Evangelikler var; bizzat Sayın Başkan’dan dinledim” sözüyle bunu açıkça ifade etti. Yine Trump’ın resmi ve gayriresmi olarak danışmanlığını yaptığı belirtilen önemli bazı isimlerin de ya sıkı birer Evanjelik ya da İsrail yanlısı isimler olduğu biliniyor.

Amerikan basınında yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre Trump’ın bu kararında, Evanjeliklerin yanı sıra “İsrail lobisi”nin de etkili olduğu görülüyor. Seçim döneminde Trump’ın danışmanlarının İsrail’e gidip Kudüs ile alakalı bir deklarasyon yayınladıkları biliniyor. Dolayısıyla içeride iyice sıkışan Trump’ın, Kongre’de ve başka zeminlerde Yahudi-İsrail Lobisi’nin desteğine ihtiyaç duyduğu anlaşılıyor. Bu kararın içeride onu belli bir süre rahatlatacağı da muhakkak.

Ortadoğu'daki konjonktür

Öte yandan Ortadoğu’da da konjonktürün geçmişe oranla olabildiğince müsait hale geldiğini düşünen Trump’ın bu adımı attığı söylenebilir. Zira bölgede İsrail’i şu veya bu şekilde dengeleyen devletler ya iç savaşlarla sarsılmış durumda ya da iç kavgalar ve İran’dan algılanan tehdit gibi sebeplerle Tel Aviv ile yeni bir ittifak zemininde birleşiyorlar. Suudi Arabistan ve BAE’de fiili kral olduğunu söyleyebileceğimiz “iki Muhammed” (MBS ve MBZ) de burada başı çekiyor. Suud Müftüsü katı Vehhabi eş-Şeyh ile Ka’be İmamı es-Sudeys, İsrail ile ilişkilerin teolojik zeminini hazırlayan ifadelerde bulunuyorlar.

Yani bölgedeki şartlar, yaklaşık 100 yıl önce Haçlıların Kudüs’e gelişi öncesindeki şartlara çok benziyor. Aynı şekilde tarih kaynaklarında geçen “Mısır düşmeden Kudüs düşmez” sözünü doğrularcasına, Mısır’ın şu anki hal-i pürmelalinin de bunda rol oynadığını gösteriyor. İran-Suud gerginliğinin yol açtığı bölgesel bloklaşma ise bir diğer handikap. Bu olgu aslında Evanjelistlerin neden daha önceki başkanlara -mesela çok daha sıkı bir Evanjelik olan ve Haçlı savaşından söz eden Bush gibi- değil de Trump’a bu adımı attırdılar sorusuna da bir yönüyle cevap teşkil ediyor.

Öte yandan elde mevcut ilk veriler-değerlendirmeler ışığında “irrasyonel” olarak gördüğümüz bu kararın, ABD karar mekanizmaları da göz önüne alındığında aslında kendince “rasyonel”, üzerinde düşünülmüş, ortaya çıkaracağı dalgalanmaları hesap etmiş bir karar olması da beklenmelidir. Bu ise bizi Trump’ın bu kararının ardında başka teo-politik önemli saiklerin olması gerektiği sonucuna götürür.

Trump’ın kararındaki esas sebep veya sebepler ne?

Trump'ın küresel infiale yol açan Kudüs kararı, seçim çalışmaları esnasında verdiği vaadinin gerçekleştirilmesi olarak okunabilir. Ancak bunu diğer Amerikan başkanları gibi erteleyebilirdi. Kararın, Türkiye’deki analizlerde öne çıkarıldığı haliyle, iç kamuoyundaki sıkışmışlıkla bağlantılandırılması, bir sebep olarak zikredilebilirse de yeterince açıklayıcı değil. Bu itibarla Ortadoğu’da Suudi Arabistan Veliaht Prensi’ne “ılımlı İslam” açılımı yaptırılmasının üzerinden fazla bir zaman geçmemişken Trump’ın, bu cepheyi-açılımı zayıflatacak bu kararı neden şimdi aldığı sorusunun cevabı net değil. Üstelik Brookings Enstitüsü’nün yaptığı araştırma, Amerikalıların yüzde 63’ünün Trump’ın aldığı Kudüs kararına karşı çıktığını gösteriyor.

Öte yandan eski İsrail Başbakanı Ehud Barak başta olmak üzere, Netanyahu’yu bu karar sebebiyle “irrasyonel” ve “mesiyanik” politikalar uygulamakla suçlayan ve bunun şiddet üreteceğini ve neticede İsrail’in ya Yahudi ya da demokrat olmaktan çıkacağını söyleyenler de yok değil. Trump’ın kararları ve özellikle Evanjeliklerin etkileri de söz konusu edilerek, eski Başkan Obama’nın "Ya demokrasiyi kurtaracağız ya da 'Nazi Almanyası’nın yoluna kayma riski ile karşı karşıya kalacağız” açıklaması da dikkat çekici.

Yine bu meyanda zaten İsrail ile ilişkileri iyi olan ve bu adımla İsrail ile ilişkilerinde ilave bir fayda da sağlamayacak, buna karşılık dünyanın geniş bir kesimini küstürecek olan ABD'nin, bu karardan ne kazanacağı da net değil. Ayrıca bu süreç, bölgenin daha fazla Rusya ve İran nüfuzuna girmesi potansiyeli de taşıyor. Nitekim Putin’in “Trump’ın Kudüs kararı, çatışmanın fitilini ateşleyebilir” sözü, bu anlamda not edilmeli.

Şu halde bu sorunun, ABD-Washington’daki Yahudi-İsrail lobisi ile özellikle bu konuda onlar paralelinde hareket eden Evanjeliklerin etkisi dışında, rasyonel ve tatmin edici bir cevabı yok.

Amerika’da Evanjelikler ve politikaya etkileri

Dünyada takriben 550 milyon Evanjelik Hristiyan olduğu söyleniyor. Amerikan nüfusunun yüzde 30-35’ini Evanjeliklerin oluşturduğu ve bunun da 90-100 milyona tekabül ettiği söylenir. Hristiyan sağ blok olarak bunlar ve belli konularda bu çevrelerle birlikte hareket eden Katoliklerden oluşan Hristiyan grupların büyük kısmı, Trump’ı ama özellikle de yardımcısı Pence’i desteklemişti. Sivil toplum görünümlü organizasyonlarda oldukça aktif olan bu gruplar içinde, dünyanın başlıca Evanjelik Üniversitesi Liberty’nin Başkanı Jerry Falwell Jr., Johnnie Moore, Sarah Palin, Billy Graham, Joyce Meyer, Pat Robertson, Tim Keller gibi isimler öne çıkıyor. Bu çerçevede yeni Hristiyan sağın önemli-etkili temsilcilerinden ve İsrail’in de sıkı bir destekçisi olan Jerry Falwell’in kurduğu Moral Majority ile Christian Coalition, Focus on the Family, Family Research Council gibi Evanjelik organizayonlar-STK’lar etkilidir. 2016 başkanlık seçimlerinde bu beyaz Evanjelik Hristiyanların yüzde 81’inin Trump’ı desteklediği belirtilmektedir.

ABD’de, Trump’ı "Tanrı’nın gönderdiği" bir başkan olarak gören Evanjelik Hristiyan sayısı bir hayli fazladır. Mesela “Wall Buliders” adıyla bilinen ve Amerikan Hükümeti’nin Kitab-ı Mukaddes’in/Hristiyanlığın-Evanjeliklerin değerlerine uyması için çalışan grubun başkanı David Borton’un şu ifadeleri önemlidir: “Trump bize Tanrı’nın bahşettiği bir adaydır ve yalnızca başaramayacağımızı, Tanrı bize onun sayesinde göstermiştir. Bakarsınız Trump’lı birkaç yıl sonra şöyle geriye bir bakarız ve 'gerçekten de hiçbirimizin beklemediği bazı işleri bu adam yaptı' diyebiliriz".

Bütün bu özellikleri sebebiyle Evanjelikler ABD'de “Siyonist Hristiyanlar”, “Amerikan Talibanı” ve “aşırı sağ” olarak da isimlendirilir.

Mike Pence: "Beyaz milliyetçi, koyu bir Evanjelik"

Çocukluğunu Katolik olarak geçirmiş olan Pence, gençliğinde Demokrat Parti üyesi olmuş, üniversite yıllarında Evanjelik-Protestan mezhebine geçmiştir. Akabinde Cumhuriyetçi Parti’ye katılan ve sonraki hayatını muhafazakâr-koyu dindar bir Evanjelik olarak sürdüren Pence, Indiana Valisi olduğu dönemlerde de, aşırı Hristiyan-Evanjelik görüşlere sahip beyaz Amerikalı profili çizmiştir. Yine onun “Tea Party/Çay Partisi” diye bilinen ve İslamofobik görüşleriyle de öne çıkan grubun toplantılarına katıldığı biliniyor. Dolayısıyla Trump’tan ziyade aslında Pence’in seçilmesi, ABD ve AB başta olmak üzere bütün dünyadaki Protestanlar-Evanjelikler tarafından bir umut olarak görüldü; nitekim bu çevreler, muhafazakâr taleplerini Trump’tan ziyade Pence üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

Öte yandan ABD'de Hristiyanlar arasındaki radikal dini akımlara dair kitapları ile bilinen Jeff Sharlet’e göre, gerek Trump gerekse Pence düşmanlık derecesinde sekülerlik karşıtıdır ve iş ile ekonomi konuştuklarında, özellikle Pence’in çevresinde hâkim olan anlayış 'Hristiyan Kapitalizmi'dir. Bu durum, Trump’ın da aslında sosyo-kültürel ve ekonomik açılardan hayata bakışında da Pence ile yer yer benzer Hristiyan-Evanjelik düşüncelere sahip olduğunu, ancak pragmatist bir iş adamı olması yönüyle, bunları Pence kadar öne çıkarmadığının ve-veya çıkaramadığının işaretidir. Zira Pence, Hristiyan-Evanjelik değerlerle birebir uyumlu görüşlerini açıkça ortaya koymaktan çekinmemiş, hatta bunları poltikalara dönüştürmek için çaba sarfetmiştir.

Evanjelikler neden İsrail’i destekliyor?

1517'de Protestanlığı kuran Martin Luther, üç grubu “düşman-deccal (antichrist)” ilan etmişti: “Papa”, “Türkler-Müslümanlar” ve “Yahudiler”. Yahudilere yönelik Luther’in bu inancı-söylemi, bilindiği ve üstelik başka pek çok teo-politik farklılıklarla, Yahudilerin de Protestanlardan hazzetmediği bilindiği halde, bir Protestan mezhebi olan Evanjelizm'in neden İsrail’i desteklediği sorusu burada önemlidir.

2006 tarihli Pew araştırmasında, Evanjeliklerin diğer Amerikalılara göre İsrail’e çok daha fazla sempatik baktığı görülmüştür. Buna karşılık ABD'deki Yahudilerin -ki çoğunluğu liberal-reformist Yahudilerdir- neredeyse yarıya yakınının Evanjeliklerden hoşlanmadıkları hatta düşmanlık beslediği ortaya çıkmıştır. Yine de bu durum, Evanjeliklerin Kudüs’ün İsrail’in kontrolüne geçmesini istemelerini, Batı-Şeria'daki İsrail yerleşimlerini ve neredeyse kayıtsız şartsız İsrail’in politikalarını desteklemelerini engellememiştir. Protestan-Evanjelik olsun, Katolik olsun koyu dindar Hristiyanların büyük kısmının İsrail’e destek verdiğinin ortaya çıktığı aynı araştırmalarda, ilginçtir ki liberal Hristiyanların İsrail’e ve politikalarına çok daha az destek verdiği anlaşılmıştır.

Şu halde bu soruya verilecek, yukarıda işaret edilen cevaplar dışında, bir ana-temel cevap olmalıdır. Bu cevap aslında, bilinenin aksine bir Evanjelik olduğuna dair bilgiler de bulunan Trump’ın son Kudüs kararının nedenini fazlasıyla açıklayıcı olacaktır.

Evanjeliklere göre Tanrı ilk insandan bu yana 7 dönem yarattı. Bunlardan altı tanesi geçmiş durumda ve “milenyum” ya da “yeryüzü cenneti” denilen yedincisi ise gelmek üzere. Onlara göre “Tanrı tarafından seçilmiş bir topluluk” olarak Yahudiler, dünyanın sonu geldiğinde yaşanacak büyük Kıyamet Savaşı olduğuna inanılan “Armageddon” -ki Eski Ahit’in Daniel ve Ezekiel, Yeni Ahit’in ise Vahiy bölümünde bu manada pasajlar vardır- döneminde başkenti Kudüs olan ve Süleyman Mabedi’nin (Temple) yeniden inşa edileceği İsrail’de yaşamalıdır. Bu esnada Deccal (Antichrist) “barış yapıcı” rolünde çıkacak ve sonunda Mesih’in gelmesiyle yenilgiye uğrayacaktır. Bu yenilgiyi tadacaklar arasında Evanjeliklere göre “kâfirler” olarak kabul ettikleri Yahudiler de vardır. Armageddon Savaşı'ndan zaferle çıkan Hz. İsa ve etrafındaki “iyiler” için yeni bir dünya düzeni ile birlikte son dönem- “milenyum dönemi (1000 yıl)” başlayacaktır. Günümüzde Amerika’da özellikle Evanjelik Protestantanlar arasında çok sayıda 'millenyum tarikatı'nın olmasının bir açıklaması da budur.

Bu Armageddon inancı, Yahudilerden daha çok Hristiyanlar için önem taşır. Zira Yahudiler, Hz. İsa değil, başka bir kurtarıcının geleceğine inanırlar. Evanjelikler, Kudüs kararıyla Mescid-i Aksa ve çevresinin yıkılıp yerine “Süleyman Mabedi”nin yeniden inşası sürecinin hızlanacağına ve Mesih’in ancak bu mabed inşa edildikten sonra geleceğine inanırlar. İsrail’in ana akım Yahudileri arasında ise Süleyman Mabedi yakında inşa edilmezse, ülkenin yok olacağı inancı yaygındır. Evanjeliklere göre Millenyum’a ulaştırmada gerekli olan ara safhalardan biri, tüm Yahudilerin İsrail-Filistin’de toplanmasıdır. Bu ara dönem yaşandıktan sonra son aşamada Hazreti İsa gelecek, Yahudilere Hristiyanlığa dönmelerini emredecek, bir kısmı bunu kabul ederken, reddedenler de yok edilecektir. Evanjeliklerin şu an için İsrail’e tam destek vermelerinin ardında bu teo-politik inanç vardır.

Time dergisi ve CNN tarafından yapılan bir ankete göre Amerikalıların üçte birinden fazlası, 11 Eylül 2001 terör saldırısının dünyanın sonuna giden süreci başlattığına inanıyor ve ayrıca 11 Eylül saldırısının Kitab-ı Mukaddes’te geçtiğine de inanıyor. Ayrıca yüzde 59’luk bir oran, Vahiy kitabında ifade edilenlerin yakında gerçekleşeceğine, beşte birlik bir oran ise bunu kendilerinin de göreceğine inanıyor.

Buna göre Evanjelikler ve Yahudilerin burada, nihai planda farklılık olsa da, belli bir ortak hedefe sahip olduğu söylenebilir. Bu konuda Yahudilere, neden Evanjeliklere destek verdikleri sorulduğunda ise genelde “o zaman ne yapacağımızı düşünürüz” cevabını verirler. Onların önemli kararlarda birbirine destek verip, aralarındaki yer yer çok keskin iç teolojik-politik ihtilafları görmezden gelmelerinin önemli nedenlerinden biri de varoluşsal bir tehlike olarak gördükleri İslam ve Müslümanlara karşı güçbirliği yapma amacıdır.

ABD’de “Evanjelik-Hıristiyan Siyonizmi”

Hristiyan “Evanjelikler-Dispensationalistler” arasında var olan İsrail’de Kudüs’ü başkent yapacak bir siyonizm inancı, aslında Yahudi Siyonistlerden de daha önceye dayanır. 1878’de ABD'de sıkı bir Siyonist Evanjelik olan 'Jesus is Coming' adlı kitabın yazarı William Blackstone bir bildiri kaleme almış ve Filistin’de bir İsrail devletinin kurulmasını önermiştir. Üstelik bu siyonizmim kurucusu Teodore Herzl’in bir Yahudi devletinin kurulmasından söz etmesinden beş, ilk siyonizm kongeresinden de altı yıl öncesine yani 1891 yılına rastlar. Bu bildiri, 400 önde gelen kişi imzalanmıştır ki bunlar arasında Anayasa Mahkemesi başkanı, Beyaz Saray sözcüsü, John D. Rockefeller, J.P.Morgan ve başka pek çok önde gelen Amerikalı vardır. Bunların hemen tamamına yakını Evanjelik-Hristiyandır. Ne var ki dönemin ABD Başkanı Benjamin Harrison’un bunu görmezden gelmesi, süreci akâmete uğratmıştır. Ancak Blackstone yılmamış ve 1916 yılında konuyu tekrar gündeme getirmiş, dönemin Başkanı Woodrow Wilson’a da bunu kabul ettirmiştir. İsrail yanlısı bir Evanjelik olan Wilson, Filistin’de bir İsrail devletinin kurulmasına yol açan ve yine sıkı bir Protestan olan İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un deklarasyonunu da desteklemiştir. Kasım ayı başında 100. yıl dönümü olan Balfour Deklarasyonu, 1948’de İsrail’in resmen kurulmasına yol açan sürecin en önemli adımı olmuştur.

Bu itibarla, nasıl ki Balfour Deklarasyonu, süreci başlatıp yaklaşık 30 yıl sonra nasıl İsrail devleti kur(dur)ulduysa, “Trump Deklarasyonu” olarak niteleyebileceğimiz Trump’ın Kudüs kararı da benzer bir süreçle sonuçlanma yani Kudüs’ün tamamıyla Yahudilerin-Evanjeliklerin hâkimiyetine geçmesiyle sonuçlanabilir.

İstanbul’da toplanan İİT liderler zirvesinden, bu süreci engelleyecek bir kararın çıkması, hemen bütün Müslümanların beklentisi haline gelmiştir.

[Prof. Dr. Özcan Hıdır, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi ve Rotterdam İslam Üniversitesi'nde öğretim üyesidir]