BM iklim raporunda geri dönüşü olmayan nokta endişesi

07 Eylül 2021 Salı

İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanı

Çevre Mühendisi Dr. Baran Bozoğlu'nun makalesi

İnsan kaynaklı, doğal olmayan bir küresel ısınma ve sonucunda iklim değişikliğinin yaşanacağı ve afetlerin meydana geleceği yeni bir bilgi değil. Eşi tarafından yanlışlıkla zehirlenerek ölen İrlandalı fizikçi John Tyndall, 1859 yılında karbondioksidin ısıyı absorbe ettiğini ve bu durumun atmosferin yapısında değişiklik yaratarak iklimde değişiklikler oluşabileceğini ortaya çıkardı. Bu buluş, İsveçli kimyacı Svante Arrhenius’un 1896 yılında kömür ve petrolün yanmasının dünyanın ortalama sıcaklığını artıracağına yönelik tespitine ilham vermişti. Yani, fosil yakıtların küresel ısınmaya sebep olacağı ve iklim değişikliğine yol açacağı 160 yıl öncesinde bilim insanları tarafında tespit edilmişti. 1960’larda da ABD’de ve diğer ülkelerde bu konuda bilimsel raporlar yayınlandı; Dünya Meteoroloji Örgütü bu konuyu ilk defa ortak akılla dile getiren yapı oldu.

1994’te Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi oluşturuldu ve ülkeler bu sözleşmeye sahip çıktı. 1997’de Kyoto Protokolü ortaya çıktı ve 2015 yılında da Kyoto Protokolü'nün 2020 yılında sona erecek olması nedeniyle yerine geçecek olan yeni bir anlaşma -Paris Anlaşması- BM platformunda 21. Taraflar Konferansı'nda (COP-21) oy birliğiyle kabul edildi.

Tüm bu tarihsel süreçte, farklı ülkelerin bilim insanları tarafından oluşturulan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) düzenli olarak iklim değişikliği, mevcut durum ve olası risklere dair raporlar hazırladı.

6. iklim değişikliği değerlendirme raporu

Bu raporlardan, üç çalışma grubu üzerinden kurgulanan altıncı değerlendirme raporunun ilk çalışma grubu raporu 9 Ağustos 2021’de kamuoyuyla paylaşıldı. Rapor, 14 bin bilimsel makale ve 3 bin 949 raporun 66 ülkeden 234 bilim insanının inceleme ve değerlendirilmesiyle hazırlandı ve IPCC içerisindeki 195 ülkenin onayı alındı.

Raporun İskoçya’da 1-12 Kasım tarihlerinde yapılacak 26. Taraflar Konferansı öncesinde yayımlanmış olması konferansa katılacak ülke temsilcilerinin daha ciddi kararlar almasını sağlamak adına önemli bir hamle. Bu raporun öncekilere kıyasla daha hassas öngörüleri olan modeller ve teknikler kullanılarak hazırlandığını belirtmekte fayda var.

İnsan faaliyetleri kaynaklı küresel yüzey sıcaklığındaki artışın 2010-2019 döneminde 1850-1900 dönemine göre 0,8-1,3℃ daha yüksek olduğu tespit edildi. Dünyada son 40 yılın her bir 10 yılının bir öncekinden daha sıcak geçtiği ve 1979-1988 yılları ve 2010-2019 yılları arasında Arktik okyanusundaki buzul miktarında ciddi miktarda düşüş yaşandığı da raporda yer aldı.

Deniz seviyesi 1901-1971 arasında yılda ortalama 1,3 milimetre; 1971-2006 yılları arasında yılda ortalama 1,9 milimetre; 2006-2018 yılları arasında ise yılda ortalama 3,7 milimetre olacak şekilde arttı ve 1981-2018 yılları arasında deniz seviyesinde toplam 20 santimetre artış gerçekleşti.

Küresel ısınma sürecinde her 1℃’lik artışta ekstrem günlük yağış olaylarında yaklaşık yüzde 7 oranında bir artış yaşanacağı ve bunun da küresel ölçekte tropikal siklonların yıkıcı etkisinin, yoğunluğunun artması anlamına geleceği de raporda yer alıyor.

Bu raporda, diğerlerinde yer almamış önemli çıktılar da var. Raporun önemli çıktılarından biri Paris Anlaşması'nda hedeflenen dünya ortalama sıcaklığının sanayi devrimindeki ortalama sıcaklığa göre en fazla 1,5 derece artış ile sınırlandırılmasının mevcut durumda mümkün olmadığı. Yapılan analizlere göre eğer ülkeler ciddi adımlar atmazlarsa 2040 yılına geldiğimizde dünyanın ortalama sıcaklığı 1,5 derece artmış olacak. Şu anda 1,1 derece artışla neler yaşadığımızı görüyoruz. Denizlerimizin asitlenmesiyle balıkçılığın azalması, kuraklık, sel felaketleri, yangınlar, sıcak hava dalgaları, fırtınalar, deniz suyu seviyesinde hızlı artış… Özetle birçok felaketin artarak devam edeceği öngörülüyor.

Diğer önemli çıktı ise yaşadığımız bu krizin, küresel ısınmanın (fosil yakıt tüketimi, orman alanlarının yok edilmesi gibi) insan faaliyetlerinden kaynaklandığını tartışmaya kapı aralamayacak kesinlikte ortaya koyması oldu. Bazı iklim değişikliği inkârcılarının da artık bu konuyu inkar etmeleri pek mümkün görünmüyor.

Rapordaki veriler biraz daha detaylandırılmış ve bölgesel ölçekte etki analizleri yapılmış. Bu analizlere bakıldığında, Türkiye, Orta Asya’nın doğusunda kalan bir Akdeniz havzası ülkesi olarak, sıcaklık ekstremlerinin 1950’lerden beri artış gösterdiği ve bu artışın yüksek düzeyde olduğu ülkeler arasında. Aşırı yağışlarda da artış yaşanacağı görülüyor. Tabii bu aşırı yağışların ülkemize bir hayrı yok, zira ani ve yoğun yağmur kuraklık riskimizi azaltmadığı gibi tarımsal sulama ihtiyacımızı da karşılamıyor. Karadeniz Bölgesi ne yazık ki bu yağışlara maruz kalmaya devam edecek.

Yine rapora göre; küresel sıcaklıklarda 1850-1900 dönemine göre 2℃ artış yaşandığında Türkiye genelinde yağışların yüzde 10-20 düzeyinde düşmesi yüksek ihtimal iken, 4℃’lik bir küresel sıcaklık artışında yağışlarda yüzde 20’den yüzde 40’a kadar düşüş; toprak neminde ise 1,5 kattan fazla düşüş görülecek.

Sıcaklıkların en fazla artacağı ülkelerden biri de Türkiye olduğundan yangın oluşması için uygun sıcaklık koşullarına sahip gün sayısı ve yüksek sıcaklık derecelerinin ülke çapında artacağını dikkate alırsak, bu sene Akdeniz havzasında çokça ve yaygın bir şekilde gördüğümüz orman yangınlarını yakın gelecekte daha fazla görmeyi bekleyebiliriz. Nitekim IPCC tarafından yayımlanan Teknik Rapora göre, 35℃’den daha fazla olan gün sayısı çok iyimser senaryoya göre bile 2041-2060 döneminde 1995-2014 döneminden (SSP1 2.6) ülke genelinde 0-25 gün daha fazla olacaktır (özellikle Akdeniz kıyılarında). Bu artış kötümser senaryoya göre (SSP5 8.5) 75 ila 100 güne kadar çıkabilecek.

"Geri dönüşü olmayan nokta" endişe sebebi

Raporda endişe veren diğer bir analiz ise "geri dönüşü olmayan nokta"nın çok yakınımızda olduğu. Bunun ana nedenleri arasında; küresel ısınmaya sebep olan sera gazlarını tutan ormanların yanması, çeşitli nedenlerle orman alanlarının bozulması ve özellikle Amazonların yok edilmesiyle ormanların tuttuğu sera gazı kapasitesi düşüyor ve daha hızlı bir sıcaklık artışı ile karşı karşıya kalabiliyoruz. Ayrıca, Antarktika’da buzulların erimesi deniz seviyesinde hızlı bir artışa sebep oluyor. Bu ve buna benzer etkisi büyük olaylar geri dönüşü olmayan bir noktaya doğru sürüklendiğimizi gösteriyor.

Metan gazı da raporda ayrıca ele alınan konular arasında. Küresel ısınmaya yüzde 25 etkisi olan metan gazının da mutlaka kontrol altına alınması ve azaltılması gerektiği not ediliyor. Metan gazı miktarı son 800 bin yılın en üst seviyesine ulaşmış durumda. Ayrıca, son 20 yılda, hep gündeme aldığımız karbondioksitten 84 kat daha fazla etkisi olduğu da biliniyor. Bu durumda, küresel ısınmaya etkisi olan sera gazları içerisinde önemli bir etkisi olan metanın da küresel ölçekte azaltılmasına ihtiyaç var. Ümraniye çöplüğü patlamasından da ülke olarak hatırlayacağımız metan gazının ana kaynakları arasında çöp sahaları, atık su arıtma tesisleri, hayvancılık faaliyetleri gibi alanlar yer alıyor. Atık azaltımı, düzenli depolama sahalarının kurulması, arıtma tesislerinden çıkan çamurun çürütülerek enerjiye dönüştürülmesi, biyogaz tesisleri ile hayvancılık kaynaklı atıkların enerjiye çevrilerek bertaraf edilmesi gibi birçok yöntem metan gazının azaltılmasını sağlıyor.

Özetle, dünyanın dört bir yanından gelerek bir araya gelen bilim insanları bir kez daha ne kadar büyük bir krizin içerisinde olduğumuzu, eğer bir an önce önlem alınmazsa insan kaynaklı küresel ısınma ile felaketlerin artarak devam edeceğini, dünyanın yaşanılmaz bir hale döneceğini açık ve net bir şekilde ifade ediyorlar.

Bu bilgiler ışığında tüm toplumlar, İskoçya’da Taraflar Konferansı'nın 26’ncısında bir araya gelecek ülkelerin bu krizin büyümemesi ve aşılabilmesi için alacağı kararları bekliyor.

AA