Peki kendini nasıl terk edeceksin?

29 Ağustos 2017 Salı
Peki kendini nasıl terk edeceksin?
Peki kendini nasıl terk edeceksin?

Her şeye duygusal baktığımız şu günlerde, olaylara mantık ve sağduyu ile yaklaşmaya elimden geldiğince devam ederek, “bu ülkeden gitmek” akımına değinmek istiyorum.

Bizler çoğunlukla, siyasi görüşümüz fark etmeksizin barış dönemi insanlarıyız. Barış dönemi tanımlamasını bir birey olarak değil, bir araştırmacı olarak kullanıyorum ve terimle ifade etmek istediğim de şu: yaşamak için mamut öldürmediğimiz, topraklarımız ve besinlerimiz için komşu kabile ile fiziki savaşlara girmediğimiz, evlerimizde ayı veya kurt saldırısı ihtimaline karşı tüfek bulundurmadığımız bir çağ. Gerek ülkede gerek dünyada bu çağın aksi biçiminde yaşamını sürdüren insanlar azınlıktadır.

Dolayısıyla tehlike ve şiddet içeren herhangi bir dava – arkasında olalım ya da olmayalım- bizi bu rahat ortamdan çıkardığı için fabrika ayarlarımızı bozuyor.  En ufak sesten irkilme, her olumsuz haberin ardından felaket bekleme, umutsuzluk, kendini aciz ve sıkışmış hissetme: özetle post-travmatik stres bozukluğunun hemen hemen tüm belirtilerini gösteriyoruz.

Ve tüm bu hallerimizi zaman ve mekanımızın olumsuzluklarına bağlıyoruz.

İşte bu noktada biraz yanlış yapıyoruz.

Olağan dışı olumsuz olaylar biz yaşattığı panikle yalnızca derinlerde yatan “kişisel” korkularımızı açığa vurur, daha fazlasını değil. Bu lafıma inanmıyorsanız, siz de şu küçük deneyi yapabilirsiniz: gitmek isteyen insanlara neden gitmek istediklerini sorun. Genel cevapları geçin, kişinin kendisinin nasıl bir zarar görmekten çekindiğini öğrenin. Göreceksiniz ki o noktada herkes  farklı cevaplar verecektir. O cevaplardan bazıları şöyle: “hiçe sayılmak korkusu”, “suçlu/öteki damgası yemekten korkmak”, “ölüm korkusu”, “devlet/ordu özetle güce sahip mekanizmanın yanında değil karşısında olmak, yani güçsüz tarafta kalmak” vs. Bu cevapların ortak yanı ise şu: sosyal olarak bizim için ekmek gibi lüzumlu olan onaylanma, kabul edilme, hatta o toplulukta önemli olma gibi tatminlerden yoksun bırakılmak.

Yani bizim, olayların yoğunluğuyla şişmiş kendi kişisel korkularımız.

Bu korkulardan ülke değiştirerek kaçamayız.

Bugün göğüsleme cesareti gösteremediklerimiz, başka bir ülke, başka bir zamanda tekrar tekrar sınavımız olacaktır, ta ki biz doğru tavrı bulana dek.

Ve o tavır her şeye rağmen insanlığımızı koruyarak olaylara bakmak olduğu kadar aynı cesareti kendimizi incelerken de göstermek, kendimizi yükseltmektir.

Ben böyle yapacağım. Çok cesur ya da  istediğim kadar vatanperver olduğumdan değil.

Kişisel yaşantımda Türkiye gibi zor yıllar geçirdim. Bu zorluk görünürde hayatın bana sunduklarından kaynaklanıyordu. Tüm bunları kişisel bir saldırı olarak aldım ve yıllarca görmezden gelmek ya da isyan edip kaçmak arasında salındım durdum. Hayatım çevreme malum olduğundan, kimse de benim bu hallerimi haksız bulmadı.

Sonra hayatın o çok zor yılları geçti ve dalgalar biraz duruldu, lakin benim endişelerim, korkularım ve onların yarattığı fevrilik geçmedi. Böylece ilk defa, belki de hayattan ziyade sorunun bende olabileceğini düşündüm ve bu gözle kendime baktım. O zaman gördüm ki benim zihnim net, kalbim merhametli, aklım gerçek bilgi ile dolu olduğunda hayatın getirdikleri canımı sıksa da korkutsa da beni bozamaz ve KAÇIRAMAZ.

Bir tarihçi olarak devlet tarihlerinin insan hayatının büyük boyu olduğunu düşünüyorum; yani insanın çaresi ne ise devletin çaresi de odur yalnızca daha uzun süre ve daha fazla insanla. Dolayısıyla kendi hayatımda endişe ve korkulara karşı nasıl bir tavır sergiliyor ve faydasını görüyorsam ülkem için de aynı duruşu koruyacağım. Çünkü ben başarırsam, biz başarırsak, ülkemiz başarır.

 Caput Draconis - mistikalem.com