İş Hayatında Y Kuşağı

09 Ağustos 2018 Perşembe
İş Hayatında Y Kuşağı
İş Hayatında Y Kuşağı

İnsan, belli bir sonuç beklentisi içerisinde harekete geçer. Bu, zamane insanının temel motivasyon formülüdür. Eyleme geçmek için motive olmak, motive olabilmek için de spesifik bir takım beklentilerin eylem sonucunda tatmin edileceğine dair bir inancın olması gerekir. Aksi takdirde insan, eyleme geçmede ya da eylemi sürdürmede problemler yaşayacaktır.

Bu formül bugün kişisel gelişim dünyasında, yaşam koçları tarafından da yoğun olarak kullanılıyor. Fakat fiyaskoya çok müsait bir yaklaşım olduğu için, insan hayatında kalıcı bir bütünleşme, işbirliği, iç huzur getirmiyor. Fiyaskoya çok müsait çünkü insanın egoist beklentileri üzerine kurulu ve yine bir insan egosunun haritalandıramayacağı kadar komplike olan hayat örgüsünün, olaylara etki gücünü azımsıyor.

İnsanın elbette bir takım beklentileri vardır; ama sandığımızın aksine nadiren gerçekten neyi istediğimizden emin oluruz ve daha da nadir olarak hakikaten istediğimiz şey bizim için hayırlıdır. İstemek de aynı sevmek gibi, insana doğuştan verilmiş ve mükemmel çalışan bir beceri olarak görülüyor, ama değil. İstemek, istemeyi bilmek, istediğimizden ne alacağımızı idrak edebilmek de tecrübe, akıl ve özen gerektirir. O raddeye gelene kadar oyunun nasıl oynandığını bildiğini sanan, ama yukarıdan bakınca eksik bilgi ve dar görüş ile yapıldığı için bir nevi random alınmış karar ve icraatlarımızın kurbanı oluruz.

Burada problemi doğuran kilit nokta, BEN’in herhangi bir takıntısını ön plana koymak suretiyle,  hayatla pazarlık mücadelesine girmektir. Herkesle, her şeyle bağlantılı ve etkileşim halinde olan soyut bir ağ ile pazarlığa oturur ve şöyle deriz: “Şimdi ben sana şunu vereceğim, sen de bana karşılığında bunu vereceksin; yoksa bozuşuruz!”

Oysa hayat, sandığımız gibi koca göbeğini kaşıyan kel, bıyıklı sevimsiz kötücül bir adam olmadığı için, “ona” bir şeyler vermemize ihtiyaç duymaz ve zaten almaz da. Sonuç için çaba göstermek yine bize lazım bir eylemdir. “Sonuç”a layık olabilmek için dönüşüm halindeyizdir o esnada ve emeğin karşılığı da budur. Biz, sonuç ve biz arasında dönen bu döngüde bir şeyler işimize geldiği gibi gitmediğinde, ya da döngüyü kavrayamadığımızda, hemen krize gireriz. Çevreyi, beklediğimiz ama istediğimiz gibi olmayan sonucu, en nihayetinde hayatı suçlarız.

Bu formül, insana dair  bu ve benzeri birçok başarının ve sorunun kilit noktası aslında ama bu yazıda yalnızca ebeveyn- Y Kuşağı ilişkisinin iş hayatına yansıması üzerindeki etkisine değineceğim.

Her ne kadar bu yola, önceki nesiller “insana hak ettiği değeri vermek” mottosuyla yola çıkmış olsalar da, iş bugün kapitalizmin elinde “insana istediği lazım-lazım değil her şeyi vermek” noktasına gelmiştir. İstediği her şeyi almak ile tam anlamıyla hemhal olan ilk nesil ise Y Kuşağı’dır. Tamamen kötülenecek bir durum yok, maddi beklentilerinin karşılanması bir yana, bu kuşak aile içinde ilk defa tam anlamıyla “birey” kabul edilmeye başlanan kuşaktır. Daha önceki nesillerde genel olarak aile, toplum ve bu kavramların liderleri (baba, cumhurbaşkanı) ön planda idi. Cemaatten bireyselliğe doğru akarken, yetiştirilen çocuklar da bu akımdan paylarını aldılar ve yavaş yavaş, küçük yaşlardan itibaren kısmen bilinçli bir “ben” algısı genç nesilde oturdu. Burada önceki neslin amacı, sevilen, saygı gören, büyük planlar altında ezilmeyen, hakkını savunabilen nesiller yetiştirmekti. Bu amacın altında geçmiş neslin tatmin edilmeyi bekleyen “benleşme” takıntısı da vardı. Bu da bir ölçüde gerçekleşti. Y Kuşağı, ne X kuşağı gibi çekingen ve yaptırım gücünü hafife alıyor, ne de Z Kuşağı gibi bu gücünü salt otorite kurmaya kullanıyor. Mükemmel bir denge oluştu denemese de bilinçli ve ego sınırlarını muhafazaya odaklanmış bir nesil var ortada.

Fakat şimdi, onları bu yönde yetiştiren bir önceki nesil, bu ekilen tohumun kendisine olan etkilerinden şikâyetçi. Çünkü yine spesifik ve çelişkili bir beklenti ile yola çıkıldı ve ortaya çıkan sonuç, bir önceki neslin yaşam kabullerini zorluyor. Özellikle iş hayatında.

X Kuşağı iş hayatında tam da kapitalizmin hayalindeki insan. İzin günü yenebilir, mesai saati uzayabilir. Kendisinden ziyade ortak paydaya odaklı ve ortak payda iş hayatında şirketin bekası ve kazancı. Bireyselliğine dair hemen her şeyi bu uğurda ayaklar altına alabilir: kendisine ayıracağı zaman, ailesine ayıracağı ilgi, hayattan beklentileri. Ego yalnızca zihinsel bir genişleme yaratmaz, fiziksel bir izdüşümü de bulunur; dolayısıyla X Kuşağı metrobüste ezilmek, kutu kutu camsız odalarda çalışmak konusunda daha alttan alıcı.

Fakat onların “benim yerime de benleşsin” takıntısı ile yetiştirdiği Y ve Z kuşağı bu konuda onlarla aynı fikirde değil ve bugünlerde bu ciddi bir sorun. Bir insan düşünün, doğduğu günden, iş hayatına atılacağı güne kadar, şu algı yapılanması ile büyütülmüş:

-Sen, sensin, ve önemli olan Sensin. (Ben’in oluşturulması).

-Sen şu konularda yetenekli ve başarılısın. (Kişisel artıların vurgulanması.)

-Senin bedenin ve kararların sana ait ve senin kontrolünde. ( Fiziki ve psikolojik otoritenin sınırlarıyla birlikte kişiye devredilmesi.)

-Sen özelsin. (Kişinin öneminin, farklılığının vurgulanması.)

Bu tohumların yeşertildiği bir bireyin yirmili yaşlarının ortasına geldiğinde (yani ortalama 25 senelik bir fidan olduğunda) ondan beklenen ise şu:

-Uykunu almadan alarm zoruyla kalkarak işe git ( fiziksel otoriteye müdahale)

– Metrobüste sıkış (fiziki bireysel alanın, egonun birlikte olmayı kabul etmediği insanlarca ihlali)

– Camsız bir odada 9 saat çalış, yemek molan 40 dakika, çay molan toplamda en iyi ihtimalle 1 saat ( Egonun kendisinin belirlediği fiziki ve zihinsel rahatlığının ihlali)

– Senden beklenen işi yap, iş yönetimini eleştirme ( bireysel düşünce hakkının ve yeteneklerin sergilenmesi yoluyla kişinin işyapabilirlik ve toplumsal onay tatmininin önüne geçilmesi)

– Bugün ekstra mesai var / izin gününde de çalışman gerekiyor ( kişisel hayatın ihlali)

Bu liste böyle uzayıp gidebilir. Şimdi, peki bu durum neye yol açmaktadır? Elbette psikolojik çatışmalara. Y Kuşağı mensubu kişi, X ve önceki kuşakların aksine, iş hayatına girmeden ya da evlenmeden önce de kendi krallığının efendisi idi. Onun döneminde söz söyleyebilmek, eyleme geçebilmek için iş veya evlilik hayatında bir takım başarılara imza atılması gerekmemekte. O zaten bu yetkiye sahip, çünkü böyle olmamanın acısını çekmiş ve ezilmiş olan ebeveyn ona bu yetkiyi daha kendisi yalnızca kendisiyken vermişti. Yani en azından zihnen bu kişi, yetkili olduğu inancı ve bilinciyle iş hayatına, toplumsal hayata girdi. Fakat özellikle iş hayatı, kendi krallığını sürdüğü yirmi senenin sonunda her anlamda “SEN BİR HİÇSİN” diyor. “Sen bir kral değil, bir işçisin, çalışansın, önemli olan sen değilsin: ekonomi, firma, para akışı; tüm bunlara kıyasla senin bir hükmün yok; sen bireysel olarak bir koca BEN değil, işte o metrobüste birlikte sıkıştığın YIĞIN’a dâhilsin” diyor. İşte çatışma burada.

X Kuşağı, çocuklarına bireysellik lütfunu vermek eylemi içerisindeyken, kendisini seven, kendisini kollayan bireyler yetiştirmek derdinde idi. Fakat bu durumun mümkünse iş hayatında ya da aile içi iletişimde nüksetmemesi gibi de bir çelişik beklentisi vardı. Yani çocuk sokağa karşı cabbar olacak, ama iş hayatı ve ev içi iletişimde kedi olacaktı.

Elbette bu beklenti karşılanmadı. Şimdi Baby Boomers ve X Kuşağı üyelerinin, özellikle iş hayatında Y ve Z kuşağı için bir takım düzenlemelere gitmekten başka bir çaresi yok. İş hayatında yeni kuşak kadar rahatsızlanıp rapor alan, işten işe koşan, sık sık şartlardan dolayı işsiz kalan, işe geç kalan, istenen ne olursa olsun istediği kadarını yapabilen, yapılması gerektiği kadarı yüklendiğinde arıza çıkaran başka bir nesil yok. Bu düzenlemeler getirilse de getirilmese de, bu kuşakların yaşadıkları sıkıntılar firmaları bu konuda yapıcı olmaya itecektir. Öyle veya böyle birkaç sene içerisinde daha fazla freelance çalışan insan göreceğimizden kuşkum yok. Çalışma saatleri uzun tek mesaiden ziyade daha fazla home-office ve vardiya usulü olacaktır. Ofis içi iletişim, tasarım, lokasyon gibi konular, özellikle çalışanı fazla ofisler için ileride daha fazla önem arz edecektir.

Ya da bir kuşak, sırf ektiği tohumun meyvesi hoşuna gitmedi, eyleme onu motive eden spesifik sonucu almadı diye, ciddi oranlara ulaşmış iki nesli (yalnızca Türkiye’de Y Kuşağı nüfusun %25’idir) anti-depresan bağımlısı yapacaktır. Şirket beklentileri altında ezilen bu kuşakların, özgüven krizleri ve iş-yapamaz, beceriksiz yaftalarını kendisine hal edinmelerini önlemek için, onlara uygun çalışma şartlarının oluşturulması şarttır. Aksi takdirde kendi algısında önce güneş gibi parlamış, sonra acımasız toplum gücünün altında ezilerek yenilmiş ve bir kenara atılmış olarak kodlanacak bu kuşağın yetiştireceği gelecek nesiller endişe verici olacaktır.

Caput Draconis - mistikalem.com

Prof. Yaşam Koçu, NLP ve Öğrenci Koçluğu
Usui-Kundalini Reiki II
Seans/iletişim: w.erleichda@gmail.com

Instagram: ccaputdraconiss

www.youtube.com/user/thejenrachelblack